DOLAR 34,2797
EURO 37,0916
ALTIN 3063,659
BIST 8945,8
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Sürur ve Burukluk Bir Arada

14.09.2010
692
A+
A-
Mevlâ bizi affede
Gör ne güzel ıyd olur
Cürm ü hatalar gide
Bayram o bayram olur.
 

Bu ramazan bayramını köyde geçirmeye karar verdik. Daha yola çıkmadan, çok özlediğim ve burnumda buram buram tüten o çocukluğumdaki bayramlara benzer bir bayramı yeniden yaşayabilmek için adeta kendimi günler öncesinden şartlandırdım. Daha doğrusu bayram vesilesi ile çocukluğuma dönmek istedim. Siz bunu, isterseniz her an biraz daha yaklaştığımız mutlak sondan, isterseniz hayatın giderek ağırlaşan mesuliyetlerinden kaçış olarak addedin. Doğrusu neyden kaçtığımı ben de bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey varsa o da içimdeki tarifi imkânsız bir gücün beni çocukluk günlerime doğru sürüklemesi… Adeta fırtınaya yakalanmış bir geminin bir limana sığınma arzusu gibi bir şey.

***

5 Eylül Pazar günü yola çıktık ve aynı gün iftarda köyümüzdeydik. Bayram gelinceye kadar da fırsat buldukça gözlerimi kapadım ve çocukluğumdaki bayramları hatırlamaya, hatırlarken de yeniden yaşamaya çalıştım.

Benim çocukluğumun bayramları genelde kış mevsimine rastlardı. Günler öncesinden, içimi saran bayram heyecanı yüzünden uykularım kaçardı. Bayramda yapacaklarımı hayal ederek uyumaya çalışırdım, ama bir türlü gözüme uyku girmezdi. Uyuduğum zaman da rüyalarıma girerdi bayramlar. O zamanlar çok küçük şeyler bile bizi mutlu etmeye yeterdi. Yeni bir çift lastik ayakkabı ya da fitilli denilen pamukludan köy terzilerine diktirilen bir takım elbise, bazen sadece bir pantolon… Hatta bayramlık niyeti ile alınan bir gömlek, beyaz koyun yününden örülmüş bir çift çorap veya bir mendil… Bunlar bu gün için çok önemsiz gözükseler bile o zamanlarda bizler için çok büyük şeylerdi ya da bizler küçük şeylerle mutlu olmasını bilebiliyorduk.

Bir seferinde babam, benim aşırı ısrarlarıma dayanamayıp bayrama birkaç gün kala, bana fitilli pamuklusundan bir İngilizkilotu pantolon dikmişti. Pantolonu iki oda evimizin anne-babama ve kardeşlerime ait odasının direğine astım. Girip çıkıp pantolona balkıyordum. Bir an önce pantolonu giyip sokağa fırlamak istiyordum. Ama bayram gelmemişti henüz. Bayram gelmeden de yeni pantolon giyilmezdi ki… Geceleri, yatağımın karşısındaki direkte asılı duran pantolona bakarak uyumaya daha doğrusu uyumamaya çalışıyordum. Ben bayramın bir an önce gelmesini arzularken sanki bayram benden giderek uzaklaşıyordu; günler uzuyor, geceler bitmek bilmiyordu.

Diğer günler sabahları annemizin ısrarlı seslenişleri ile uyanmamız ancak mümkünken bayram sabahları erkenden kalkar önce, eğer akşamdan elimize kına konmuşsa onun sargılarını açar, ellerimizi temiz yıkadıktan sonra-sözüm ona-bayramlıklarımızı giyinirdik. Büyüklerimiz, bayram namazından sonra camiden eve dönerken sabah yemeğine-kahvaltısına değil-birkaç misafir getirirdi. Yemekler yenilir ve evde bulunanlarla bayramlaşılırdı. Biz çocuklar için bayram bu merasimden sonra başlardı.

Naylon torbaları kaptığımız gibi ver elin sokaklar… Birkaç arkadaşla köyün bir tarafından başlar istisnasız bütün evleri dolaşırdık. Bazen akide şekeri, bazen püsküllü şeker, hatta bazen de ceviz ikram edildiği olurdu. O zamanlar biz henüz çikolatayı tanımamıştık. Dolaysıyla kâğıtlı/püsküllü şekerler çok makbuldü. Şekerlerin en iyilerini seçer ayrı bir cebimizde muhafaza ederdik; bir kazaya kurban gitmesin diye. Yolda karşılaştığımız arkadaşlarımızla topladıklarımızı karşılaştırırdık; kim daha çok toplamış, kimin şekerledi daha iyi. Hoşumuza giden şekerleri veren evleri, birbirimize söylerdik.

Bizler her ne kadar da koşar adım bütün köyü dolaşmaya çalışsak da bazen uğrayamadığımız haneler olurdu. Ne de çabuk gün tükenir, akşam olurdu. Akşamı da bütün aile fertleri, doğru dürüst badanası bile olmayan odada, yedi numara gaz lambasının loş ışığı altında toplanır, günün yorgunluğunu atmaya çalışırken biz çocuklarda odanın bir köşesinde, gün boyunca topladığımız şekerleri naylon torbadan boşaltır, sayar ve bizce kıymet derecelerine göre sınıflandırırdık.

Bizim köylerimizde bayramlar bir gündür. Bayramın ertesi ve sonraki günü bayramdan sayılmaz. Köylerimiz küçük olduğundan bir gün bayramlaşmaya yeterdi.

***

İşte böyle bir bayram sevincini ve heyecanını yeniden yaşayabilmek ümidi ile bayram sabahına uyandım. Sabah namazı derken arkasından da bayram namazı… Çocukluğumuzdaki bayramlarda dolup taşan camimize dikkat ettim de bu bayram namazında yarısı bile dolmamıştı. Hatta son teraviyi otuz iki cemaatle kılmıştık. Bayram namazından sonra cami önünde, köye gurbetten gelenlerle hoş-beş ve ön bir bayramlaşma yapıldı. Sonra evlere döndük. Kahvaltı ve ev bayramlaşmasından sonra kendimi sokağa attım. İçimden bir naylon torba alıp çocuklar gibi şeker toplamak geçti. Ama yapamadım. Yine de benim dışımdakilere belli etmeden gün boyunca 45-50 yıl önceki ben olmaya çalıştım. Böyle olmak hoşuma da gitmiyor değildi. Elimden geldiğince bütün haneleri dolaştım. Baklava börek umurumda değildi. Ben, bana çocukluğumuzda püsküllü şeker ya da akide şekeri veya fasulye şeker dediklerimizden ikram edilmesini istiyordum. Ama bu şeker türleri artık tarih olmuştu. Yine de ikram edilen bütün şekerleri aldım. Fakat ne yazık ki ikram edilenlerin çoğu çikolata idi. Bir tane dahi akide şekeri ikram eden olmadı.

Gelip geçerken sokaklara dikkat ettim; şeker toplayan çocuğa da pek rastlamadım. Belki gün boyu saysaydım on çocuğu geçmezdi. Bizim zamanımızda öyle miydi? Her köşe başında mutlaka üç-beş çocukla karşılaşırdık, hem de gün boyu…

Yolda ya da evlerde karşılaştığım köylülerimin bu günkü halini görmektense çocukluğumdaki siluetlerini gözümün önüne getirerek bayramlaştım onlarla. Büyükler de sınırlı sayıda ev ziyareti yapıyor. Bayramlaşmayı daha çok vakit namazlarından önce ya
da sonra cami önünde gerçekleştiriyorlar. Demek ki bayram onlar için ya çok bir şey ifade etmiyor ya da yaşlı olmaları sebebiyle ev ev dolaşmaya takatleri kalmamış.

Doğrusu hiçbir çehrede doğru dürüst bayram sevincinin, bayram heyecanının izlerine rastlayamadım. Hele yaşlılarda hiç… Ancak yakın uzak gurbetten, eş-dost, anne-baba ziyaretine gelmiş gençlerimiz mütebessimdi.  Sadece onların gül çehrelerinde bayram sevincinin ve mutluluğun emarelerine rastlayabildim.

Büyüklerimizin elini bir çocuk iştiyakı ile öptüm. Sağ olsunlar onlar da hayır dualarını eksik etmediler. Ayaküstü de olsa gelmişten geçmişten konuştuk. Yalnızlıktan, yaşlılıktan, ağrıyan ayaklarından, titreyen ellerinden, iki de bir yükselen tansiyonlarından şikâyetçi oldular. Ama isyana varmadan… Bütün bunlara rağmen “Bu günümüze şükürler olsun.” demeyi de ihmal etmediler.

Öğle namazı öncesi mezarlık ziyaretinde bulunup orda meftun olan atalarımızla hemhal olup onlarla zahiren bayramlaştım. Onlara da şeker yerine Fatiha ikram ettim. İnşallah gönderdiğim hediye cennet-i âlâdaki makamlarına erişmiştir.

Gittiğim her evde, karşılaştığım her yerde bir hatıra fotoğrafı çektim. İkindi namazı sonrası da cami önünde topluca fotoğraf çekildik. Çektiğim fotoğrafların uzaklardaki çocukları, torunları ya da tanıyanları tarafından görüleceğini bildikleri için her fotoğraf karesine girenin pek sevindiğine şahit oldum. Onların sevindiğini görmek de beni ayrıca sevindirdi.

***

Evet, böylece süruru ve burukluğu bir arada yaşadığım bir bayram gününü de akşam ettim. Gerçi tam manası ile çocukluğumun bayramını yaşayamadım, ama kendi köyümün insanları ile birlikte, aynı bayram havasını teneffüs etmek beni ziyadesi ile sevindirdi diyebilirim. Bu saatten sonra 45-50 yıl öncesine dönmek öyle kolay değil, bunu biliyordum; ama benimki züğürt tesellisi işte… Çünkü çok şey hatta her şey değişmiş. Ne zaman, o zaman ne köyüm, o köy ne de ben, o benim.

Bütün günlerinizin bayram neş’esi içerisinde geçmesi dileği ile…

Mevlâ bizi affede
                                            Gör ne güzel ıyd olur
                                            Cürm ü hatalar gide
                                            Bayram o bayram olur.
 

 

Bu ramazan bayramını köyde geçirmeye karar verdik. Daha yola çıkmadan, çok özlediğim ve burnumda buram buram tüten o çocukluğumdaki bayramlara benzer bir bayramı yeniden yaşayabilmek için adeta kendimi günler öncesinden şartlandırdım. Daha doğrusu bayram vesilesi ile çocukluğuma dönmek istedim. Siz bunu, isterseniz her an biraz daha yaklaştığımız mutlak sondan, isterseniz hayatın giderek ağırlaşan mesuliyetlerinden kaçış olarak addedin. Doğrusu neyden kaçtığımı ben de bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey varsa o da içimdeki tarifi imkânsız bir gücün beni çocukluk günlerime doğru sürüklemesi… Adeta fırtınaya yakalanmış bir geminin bir limana sığınma arzusu gibi bir şey.

***

5 Eylül Pazar günü yola çıktık ve aynı gün iftarda köyümüzdeydik. Bayram gelinceye kadar da fırsat buldukça gözlerimi kapadım ve çocukluğumdaki bayramları hatırlamaya, hatırlarken de yeniden yaşamaya çalıştım.

Benim çocukluğumun bayramları genelde kış mevsimine rastlardı. Günler öncesinden, içimi saran bayram heyecanı yüzünden uykularım kaçardı. Bayramda yapacaklarımı hayal ederek uyumaya çalışırdım, ama bir türlü gözüme uyku girmezdi. Uyuduğum zaman da rüyalarıma girerdi bayramlar. O zamanlar çok küçük şeyler bile bizi mutlu etmeye yeterdi. Yeni bir çift lastik ayakkabı ya da fitilli denilen pamukludan köy terzilerine diktirilen bir takım elbise, bazen sadece bir pantolon… Hatta bayramlık niyeti ile alınan bir gömlek, beyaz koyun yününden örülmüş bir çift çorap veya bir mendil… Bunlar bu gün için çok önemsiz gözükseler bile o zamanlarda bizler için çok büyük şeylerdi ya da bizler küçük şeylerle mutlu olmasını bilebiliyorduk.

Bir seferinde babam, benim aşırı ısrarlarıma dayanamayıp bayrama birkaç gün kala, bana fitilli pamuklusundan bir İngilizkilotu pantolon dikmişti. Pantolonu iki oda evimizin anne-babama ve kardeşlerime ait odasının direğine astım. Girip çıkıp pantolona balkıyordum. Bir an önce pantolonu giyip sokağa fırlamak istiyordum. Ama bayram gelmemişti henüz. Bayram gelmeden de yeni pantolon giyilmezdi ki… Geceleri, yatağımın karşısındaki direkte asılı duran pantolona bakarak uyumaya daha doğrusu uyumamaya çalışıyordum. Ben bayramın bir an önce gelmesini arzularken sanki bayram benden giderek uzaklaşıyordu; günler uzuyor, geceler bitmek bilmiyordu.

Diğer günler sabahları annemizin ısrarlı seslenişleri ile uyanmamız ancak mümkünken bayram sabahları erkenden kalkar önce, eğer akşamdan elimize kına konmuşsa onun sargılarını açar, ellerimizi temiz yıkadıktan sonra-sözüm ona-bayramlıklarımızı giyinirdik. Büyüklerimiz, bayram namazından sonra camiden eve dönerken sabah yemeğine-kahvaltısına deği
l-birkaç misafir getirirdi. Yemekler yenilir ve evde bulunanlarla bayramlaşılırdı. Biz çocuklar için bayram bu merasimden sonra başlardı.

Naylon torbaları kaptığımız gibi ver elin sokaklar… Birkaç arkadaşla köyün bir tarafından başlar istisnasız bütün evleri dolaşırdık. Bazen akide şekeri, bazen püsküllü şeker, hatta bazen de ceviz ikram edildiği olurdu. O zamanlar biz henüz çikolatayı tanımamıştık. Dolaysıyla kâğıtlı/püsküllü şekerler çok makbuldü. Şekerlerin en iyilerini seçer ayrı bir cebimizde muhafaza ederdik; bir kazaya kurban gitmesin diye. Yolda karşılaştığımız arkadaşlarımızla topladıklarımızı karşılaştırırdık; kim daha çok toplamış, kimin şekerledi daha iyi. Hoşumuza giden şekerleri veren evleri, birbirimize söylerdik.

Bizler her ne kadar da koşar adım bütün köyü dolaşmaya çalışsak da bazen uğrayamadığımız haneler olurdu. Ne de çabuk gün tükenir, akşam olurdu. Akşamı da bütün aile fertleri, doğru dürüst badanası bile olmayan odada, yedi numara gaz lambasının loş ışığı altında toplanır, günün yorgunluğunu atmaya çalışırken biz çocuklarda odanın bir köşesinde, gün boyunca topladığımız şekerleri naylon torbadan boşaltır, sayar ve bizce kıymet derecelerine göre sınıflandırırdık.

Bizim köylerimizde bayramlar bir gündür. Bayramın ertesi ve sonraki günü bayramdan sayılmaz. Köylerimiz küçük olduğundan bir gün bayramlaşmaya yeterdi.

***

İşte böyle bir bayram sevincini ve heyecanını yeniden yaşayabilmek ümidi ile bayram sabahına uyandım. Sabah namazı derken arkasından da bayram namazı… Çocukluğumuzdaki bayramlarda dolup taşan camimize dikkat ettim de bu bayram namazında yarısı bile dolmamıştı. Hatta son teraviyi otuz iki cemaatle kılmıştık. Bayram namazından sonra cami önünde, köye gurbetten gelenlerle hoş-beş ve ön bir bayramlaşma yapıldı. Sonra evlere döndük. Kahvaltı ve ev bayramlaşmasından sonra kendimi sokağa attım. İçimden bir naylon torba alıp çocuklar gibi şeker toplamak geçti. Ama yapamadım. Yine de benim dışımdakilere belli etmeden gün boyunca 45-50 yıl önceki ben olmaya çalıştım. Böyle olmak hoşuma da gitmiyor değildi. Elimden geldiğince bütün haneleri dolaştım. Baklava börek umurumda değildi. Ben, bana çocukluğumuzda püsküllü şeker ya da akide şekeri veya fasulye şeker dediklerimizden ikram edilmesini istiyordum. Ama bu şeker türleri artık tarih olmuştu. Yine de ikram edilen bütün şekerleri aldım. Fakat ne yazık ki ikram edilenlerin çoğu çikolata idi. Bir tane dahi akide şekeri ikram eden olmadı.

Gelip geçerken sokaklara dikkat ettim; şeker toplayan çocuğa da pek rastlamadım. Belki gün boyu saysaydım on çocuğu geçmezdi. Bizim zamanımızda öyle miydi? Her köşe başında mutlaka üç-beş çocukla karşılaşırdık, hem de gün boyu…

Yolda ya da evlerde karşılaştığım köylülerimin bu günkü halini görmektense çocukluğumdaki siluetlerini gözümün önüne getirerek bayramlaştım onlarla. Büyükler de sınırlı sayıda ev ziyareti yapıyor. Bayramlaşmayı daha çok vakit namazlarından önce ya da sonra cami önünde gerçekleştiriyorlar. Demek ki bayram onlar için ya çok bir şey ifade etmiyor ya da yaşlı olmaları sebebiyle ev ev dolaşmaya takatleri kalmamış.

Doğrusu hiçbir çehrede doğru dürüst bayram sevincinin, bayram heyecanının izlerine rastlayamadım. Hele yaşlılarda hiç… Ancak yakın uzak gurbetten, eş-dost, anne-baba ziyaretine gelmiş gençlerimiz mütebessimdi.  Sadece onların gül çehrelerinde bayram sevincinin ve mutluluğun emarelerine rastlayabildim.

Büyüklerimizin elini bir çocuk iştiyakı ile öptüm. Sağ olsunlar onlar da hayır dualarını eksik etmediler. Ayaküstü de olsa gelmişten geçmişten konuştuk. Yalnızlıktan, yaşlılıktan, ağrıyan ayaklarından, titreyen ellerinden, iki de bir yükselen tansiyonlarından şikâyetçi oldular. Ama isyana varmadan… Bütün bunlara rağmen “Bu günümüze şükürler olsun.” demeyi de ihmal etmediler.

Öğle namazı öncesi mezarlık ziyaretinde bulunup orda meftun olan atalarımızla hemhal olup onlarla zahiren bayramlaştım. Onlara da şeker yerine Fatiha ikram ettim. İnşallah gönderdiğim hediye cennet-i âlâdaki makamlarına erişmiştir.

Gittiğim her evde, karşılaştığım her yerde bir hatıra fotoğrafı çektim. İkindi namazı sonrası da cami önünde topluca fotoğraf çekildik. Çektiğim fotoğrafların uzaklardaki çocukları, torunları ya da tanıyanları tarafından görüleceğini bildikleri için her fotoğraf karesine girenin pek sevindiğine şahit oldum. Onların sevindiğini görmek de beni ayrıca sevindirdi.

***

Evet, böylece süruru ve burukluğu bir arada yaşadığım bir bayram gününü de akşam ettim. Gerçi tam manası ile çocukluğumun bayramını yaşayamadım, ama kendi köyümün insanları ile birlikte, aynı bayram havasını teneffüs etmek beni ziyadesi ile sevindirdi diyebilirim. Bu saatten sonra 45-50 yıl öncesine dönmek öyle kolay değil, bunu biliyordum; ama benimki züğürt tesellisi işte… Çünkü çok şey hatta her şey değişmiş. Ne zaman, o zaman ne köyüm, o köy ne de ben, o benim.

Bütün günlerinizin bayram neş’esi içerisinde geçmesi dileği ile…