DOLAR 34,2797
EURO 37,0916
ALTIN 3063,659
BIST 8945,8
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Sevgi Nasıl Olmalı – E. Zekeriya Telcioğlu

10.11.2009
683
A+
A-

Sevmek ölmekle başlar ve gerçek sevmek

ALLAH için sevmektir. Allah için seven

sevdiği uğruna ölmekten korkmaz.

Onun için ölüm asude bir bahar ülkesidir.

Ben seni Allah(c.c.)için seviyorum…

 

 

Sende beni öyle sev.

 

SEVGİ NASIL OLMALI

Sevgi; İnsanı bir şeye ve bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Sevgi ve ilgi insanların gönüllerine girmek için birer altın anahtardır. Ruh sağlığı ve gönül zenginliğinin en güvenilir ölçüsü de sevgi ve ilgidir.

Sevgi, evrensel bir kavram olup, kaynağını ilahi dinlerden almasına karşın, beşeri izimlerin ön plana çıkardığı şahsi çıkarlar karşısında ikinci plana atılmış gibi görünse de; toplumun yaşamasını sağlayan temel harçtır.

Beşeri izimler, sevgiyi yanlış yorumladılar. Yanlış hesap Bağdat’tan nasıl döndü ise, sevgiyi yanlış yorumlamakta toplumlara savaş, kaos ve psikolojik bunalımları kapsayan sosyal çalkantılar olarak yansıdı!

Sosyal çalkantılar karşısında bunalan beşeri izimler hatalarını, insan zekâsının ürünü olan hümanizmle çözebileceklerini sandılar…

Hümanizm (humanısm) yani insanperestlik; ilahi nitelikte ve öte dünya ile ilgili olanın değil, bu dünya ve insanla ilgili olanın yüceltildiği bir genel eğilimin uç noktasını teşkil eden ve insanı, kendi üzerinde sınırlayıcı hiçbir otoriteye ihtiyacı olmayan, kendine yeterli bir antik kategori olarak tanımlayıp, onu hakikatin yegâne ölçüsü ve kaynağı kabul ederek evrenin merkezine yerleştiren, insan merkezci ve insan biçimci dünya görüşü olarak tanımlanır.

Yukarıdaki açıklamaya dikkat edilirse, insan merkezcilik, insan biçimcilik, bireycilik, sekülarizm ve aydınlanma kavramlarını kapsayan hümanizm, ilahi olan, dinsel motif taşıyan her şeyi reddediyor.

İlahi açıdan bakmasak dahi humanizim, dine kültür ve gelenek olarak dahi bakmıyor, buda yaşanmış tarihi inkâr demektir.

Hümanizm dinsel motifleri reddetmesine rağmen, çıkmaza girince dinsel motifler kullanmaya mecbur kalmıştır. Yunus ve Mevlana’yı hümanist olarak göstermesi bunun en güzel örneği değil midir? Bu hümanizmin ilahi özellik taşıyan yaşantı önünde selam durmasının ve eğilmesinin göstergesidir.

Yunus ve Mevlana’yı insan sevgisini ön planda tutan, hümanist bir düşünür olarak göstermesi onların insancıllığının inançlarından kaynaklandığını bilmemek ne büyük bir gaflettir. Yunus ve Mevlana’nın insancıllığının hümanizmden kaynaklandığını savunmak ise, her seferinde tuş olup, yenilgiye doymayan yalancı pehlivanlıktan başka nedir ki?

Yunus ve Mevlana yükselen değerlerin temsilcileridir; Müslüman’dır!.. Asla hümanist(!) değillerdir.

Peki, Yunus ve Mevlana’ya insancıl özellikler kazandıran İslam, sevgiye nasıl bakıyor?

Sahabe-i Kiram, Allah ve Resulünün (SAV) kendilerine karşı sevgi ve ilgisini anlatırken diyorlar ki: “O her birimize karşı öyle sevgi ve ilgi gösterirdi ki her birimiz ayrı ayrı, Peygamberimizin dünyada en çok sevdiği kimse benim diyebilirdi.”(1)

Bizler birbirimize karşı ne derecede sevgi ve ilgi duyarsak, İslam kardeşliğine o derece yaklaşmış oluruz.

“Kendi içimiz nispetinde dışarısı da güzeldir. Başkalarını sevdiğimiz nispette sevilmeye layık oluruz. Bu da bizi huzurlu yapar, mesut eder. Her halde mutluluğun ilk şartı, kendinden başkasını sevebilme kabiliyetidir. İçimizdeki sevginin dışarıya projeksiyonu, bizi de sevebilecek kimselerden yapar. Başkasını sevmeyen, aslında kendisini de sevmiyor demektir. Çevremizdeki bütün insanları, hatta c
anlı cansız her şeyi sevelim! Aslında dünya, hayatın her çağında yaşamaya değer, sevilmeye layık güzelliklerle doludur. Yunus’un dediği gibi “Aşk gelince cümle kötülükler gider.”(2)

Sevgi ve ilgi; İslami hayatta ne kadar önemli ise, İslam adına yapılacak hizmetlerde bunların yeri ve değeri bundan çok daha büyüktür.

Kız çocuğunu diri diri toprağa gömen, hoşgörü ve merhametten nasiplenmemiş insanların, Peygamber (sav)’ın etrafında toplanmalarının sebebi insanüstü özelliktir. Bu özellikler beşer ürünü değil, ilahi kaynaklıdır.

“Habibim, Allah’ın lütfu ve rahmetiyle sen insanlara karşı yumuşak oldun, eğer sen kaba saba, kalbi katı kimse olsaydın, insanlar etrafından dağılıp gider ve seni yalnız bırakırlardı. O halde sen onları affet, onların bağışlanmaları için dua et ve onlarla müşaverede (istişare) bulun. Neticesinde bir işi yapmaya azmettikten sonra da Allaha tevekkül et; çünkü Allah tevekkül edenleri sever.”(3)

Sosyal yaşantıda, İslamı referans alan insanların davranışları Kur’an ölçülerine paralel olursa; sevgi damlacıkları dereleri, dereler nehirleri, nehirleri ise sevgi deryalarını oluşturur!…

Bütün sevgiler, ilhamını ve istikametini Allah sevgisinden alırsa değerlidir. Allah’ı layıkıyla seven bir kimse başkalarını da Allah’a yakınlıkları itibariyle sevmeye başlar. Bu da gene Allah sevgisi sayılır. Allah ve Resulullah sevgisi, bütün sevgilerin mihveri olmalıdır. Yunusun sevgisindeki ölçüde, Kur’an’a paralellik arz ediyordu. “Yaradılanı severim, Yaradan’dan ötürü…”

Güneşli havalarda karlar nasıl erimeye mahkûmsa, sevgi yüklü duygular karşısında katılaşmış kalpler de yumuşamaya mecburdur.

Dere kenarında çakıl taşları ile oynayan “koca bebek” misali beyin jimnastiği yapıp yazıya döktüğüm düşüncelerimi, sevgi ve hoşgörü insanının sözleriyle noktalamak istiyorum.

“Sevgiyi sevip, düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en mümeyyiz vasfıdır. Herkesten nefret ise; ya gönlü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. Sen insanı sev; insanlığa hayran ol…!”

Kaynakça:

1.Asım KÖKSAL İslam Tarihi cilt 8

2.Çeşitleme ist.1981 s.238

3.Al-i İmran 159