DOLAR 32,5004
EURO 34,6901
ALTIN 2496,864
BIST 9693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Karmut Suyu Hikayesi

29.11.2008
563
A+
A-

Çok, ama çok çok eski devirler…

Günümüzden belki de asırlarca önce… Tabiatın ve insanlığın henüz kirlenmediği, insanların tabiatın kucağında hayatın tadını çıkardıkları devirler. Mezralarda tabiî hayatın yaşandığı devirler…

Mezralar, kuru insan kalabalığından uzak, tabiatın güzelliklerinin doyasıya yaşandığı yerlerdir. Çavret de bu mezralardan biri. Atlı (Ori) Köyü’nün güneyinde buram buram tabiat kokan; salor, ceviz ve armut ağaçlarının gölgesinde dinlenen şirin bir mezramızdır Çavret. Mezranın hemen yanı başında derinden ve sessiz-sedasız akıp duran küçük bir dere… Gün batımında, mezraya yüksekten alıcı kuşlar gibi bakan, üzerinde kartalların, akbabaların dönüp durduğu sarp kayalıklar…
Güz ve özellikle de bahar mevsimlerinde sürülerle buraya gelen köylüler, burada bir-iki ay konaklar ve mezranın bereketinden istifade ederler. İlkbaharda gayet çelimsiz olan koyun ve kuzular, bereketli otlaklarda otladıktan sonra oldukça besili olarak köye dönerler.
Çok eski devirlerde, bu mezranın Çoban Ana diye bilinen bir müdavimi varmış. Çoban Ana, kocası Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra iki oğlunun gölgesine sığınmış. Oğullarının çoban olmasından dolayı asıl ismi unutulup “Çoban Ana” diye anılır olmuş. Çoban Ana, her yıl karların eriyip ortalığın bahar yeşiline bürünmesiyle birlikte iki oğlu ile mezraya inermiş. Mezraya inince de sanki dünyalar onun olurmuş. Bu yaşlı Anadolu kadınının bütün dünyalığı üç-beş keçiden ibaretmiş. Oğulları konu komşunun sürülerini otlatır, ele güne muhtaç olmadan gül gibi geçinirlermiş.
Çoban Ana, her gün şafakla kalkar, Allah’ın divanına durur, sonra keçilerini sevip okşayarak sağarmış. Bir yandan keçilerden sağdığı sütün bir kısmını ağılın bir köşesinde kurduğu ocakta, isli bir güğümde kaynatmaya çalışırken, bir yandan da uyanmaları için kadife bir sesle oğullarına seslenirmiş. Çoban kardeşler tatlı bahar uykusundan ayılmak biraz zor olsa da annelerini üzmemek için ağır ağır kalkar, annelerinin kaynattığı sütü içer, sonra da içinde sadece kuru arpa ekmeği ile biraz da çeçil peynirin bulunduğu dağarcıklarını sırtlarına vurur, sürülerinin arkası sıra uzun bir bahar gününü kırlarda geçirmek üzere yollara düşerlermiş. Oğullarını besmele ile uğurlayan Çoban Ana, duvara yaslı duran sakaveli alır ağılı bir güzel temizlermiş. Arkasından ufak tefek ev işleri… Derken güneş de gelir kuşluk vaktine dayanırmış. Birkaç saatlik koşuşturmadan yorgun ve halsiz düşen yaşlı Çoban Ana, sonunda ağılın bir köşesine çöker, hayal alemine dalarmış. Biraz sonra da rehavet çöker ve göz kapakları kapanırmış. Kızgın bahar güneşinin karşısında bir müddet öylece dalıp giden Çoban Ana uyandıktan sonra eline bir parça arpa ekmeği, biraz da çeçil peynir alır ağılın kenarındaki taşın üzerine çıkıp otururmuş. Bakışları ufukta kaybolurken, kulakları çıngırak seslerini duyabilmek için sabırsızlanırmış.
Böylece günler ayları, aylar yılları kovalamış. Zaman hep değişmiş; kuzular koyun olmuş, koç olmuş. Çoban Ana’nın bir zamanlar ağılın kenarına kendi elleriyle diktiği ceviz fidanı koca ağaç olmuş, gölgesi ağılı kaplamış; fakat Çoban Ana’nın o küçücük dünyası hiç mi hiç değişmemiş.
Yine birgün oğullarını uğurladıktan sonra gelip ağılın kenarına oturmuş ve uyuyakalmış. Rüyasında gözüne ak saçlı, ak sakallı, elinde asası ile bir pir-i fani gözükmüş. Çoban Ana’ya:
-Beni takip et, demiş ve arkasını dönüp ağır adımlarla yürümüş. Kısa bir müddet şaşkınlık geçiren Çoban Ana, bu şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra gayriihtiyarî pir-i faninin peşine takılmış. Pir-i fani önde, Çoban Ana arkada çayırları geçmişler, salor ve söğüt ağaçlarının arasından süzülüp dereye inmişler. Sonra dereyi geçip kayalığa tırmanmaya başlamışlar. Çoban Ana, ayakları bileklerine kadar kum ve çakıla batarak yürüyen ihtiyara yetişebilmek için olanca gücünü sarf ediyor; ayakları tutmadığı, kaydığı zaman ellerinin desteğiyle yürümeye çalışıyormuş. İhtiyar, bugün Karmut suyunun gözesinin bulunduğu yere gelince durmuş. Önce yorgunluktan bitkin düşen Çoban Ananın yüzüne bakmış, sonra da kıbleye dönmüş ve elindeki asayı iki eliyle yukarı doğru baş hizasına kadar kaldırmış. Çoban Ananın şaşkın bakışları arasında, “Ya Allah, bismillah!…” diyerek yere saplamış. Bu gür sesi duyan Çoban Ananın tüyleri bir anda diken diken olmuş. Çoban Ana olup bitenleri meraklı bakışlarla süzerken; ihtiyar, asayı sapladığı yerden yine,“Ya Allah, bismillah!…” nidasıyla çekip çıkarmış. Çıkarmasıyla asanın açtığı delikten su fışkırmaya başlamış. Çoban Ana gördüklerine inanamamış. Gözleri fal aşı gibi açılmış, öylece kalakalmış. Pir-i fani, eğilmiş, sudan bir avuç almış, yüzüne serpmiş ve ıslak elleriyle sakalını sıvazlamış. Sonra bir avuç daha doldurup içmiş ve “Çok şükür, elhamdulillah!…” demiş. İhtiyarın tok sesi kayalıkta bir defa daha yankılanmış. Sonra hayretten donakalan Çoban Anaya dönmüş, gözlerinin içine bakarak davudî sesiyle:
-Hadi, sen de iç!… demiş.
Susuzluktan ve hararetten dudakları kavrulan Çoban Ana, suyun başına çömelmiş. Titrek avuçlarını buz gibi soğuk su ile doldurup içmiş. Arkasından bir avuç, bir avuç daha… Su o kadar soğukmuş ki, bahar güneşinin hararetine rağmen elleri buz kesilmiş adeta. Suya doyduktan sonra başını kaldırmış, gözleri ihtiyarı aramış, ama bulamamış. İhtiyar, oracıkta sırra kadem basıp kaybolmuş.
Çoban Ana her gün, uykudan uyanınca koşup dereye iner, elini yüzünü yıkar ve kana kana su içermiş. O gün, uyanınca su içme ihtiyacı hissetmemiş. Ağılın kenarındaki büyük taşın üzerine oturup rüyasında gördüklerini hatırlamaya çalışmış. Her günkü gibi yine akşam olmuş. Güneşin batmak üzere olduğu tepelerin ardından çıngırak sesleri duyulmuş. Koyunlar, keçiler meleyerek mezraya doğru koşmuşlar. Kuzular ve oğlaklar ağıldaki uykularından annelerinin sesleriyle uyanmış. Önce ayağı kalkıp gerinmişler, sonra da seslerin geldiği tarafa doğru meleyerek koşmaya başlamışlar.
Çoban Ana, oğulları gelir gelmez büyük bir heyecanla, rüyasında gördüklerini onlara bir bir anlatmış. Oğulları annelerinin anlattıklarını kayıtsızca dinlemiş, hatta dinler gözükmüşler. Çoban Ana rüyasını bitirdikten sonra, rüyasında gördüğü suyu
n gözesinin bulunduğu yeri parmağıyla işaret ederek, oğullarına, gidip orayı eşmelerini söylemiş. Oğulları, ne de olsa altı üstü bir rüya deyip annelerinin bu isteğini geçiştirmişler. Çoban Ana aynı rüyayı ertesi gün yine görmüş; çocuklarına yine anlatmış. Onlar annelerinin bu isteğini yine yerine getirmemişler. Bu durum günlerce devam etmiş.
Sonunda Çoban Ana bakmış olmuyor, oğullarından hayır yok; yine birgün oğullarını besmele ile uğurladıktan sonra, duvarın dibinde güneşe karşı uyumak yerine, rüyasında, ihtiyarın asasıyla su çıkardığı yere gitmiş. Başlamış önce taş ve çakılları, sonra da toprağı elleriyle kazmaya. Kazdıkça kazmış… Elleri kan revan olmuş, gün kuşluk yerine gelmiş dayanmış; ama suyu bir türlü bulamamış. Sonunda yorgun ve bitkin düşen yaşlı bedeni oracıkta yığılıp kalmış. Ne kadar uyuduğu bilinmez. Uyandığında, kazdığı çukurda, pir-i faninin asasının saplı olarak durduğunu görünce hayli şaşırmış. Etrafına bakınmış. Gözleri pir-i faniyi aramış, fakat görememiş. Yavaşça yerinden doğrulmuş; biraz korkak, biraz ürkek adımlarla asaya doğru yürümüş. Asaya sarılınca ellerinin titrediğini fark etmiş. Son bir gayretle, “Ya Allah, ya bismillah!…” diyerek asayı çekip çıkarmış. Asanın çıkmasıyla suyun fışkırması bir olmuş. Bir anda gökyüzünde çoban Ananın sevinç çığlıkları yankılanmış. Bir yandan “Buldum… buldum!…” diye bağırırken, bir yandan da avuçlarına doldurduğu suyu yüzüne gözüne serpiyormuş.
Çoban Ana, o gün akşamın olmasını büyük bir sabırsızlıkla beklemiş. Güneş kayalıkların arkasına süzülürken oğulları gelmiş. Olup bitenleri onlara anlatmış. Onlar da koşarak suyun çıktığı yere gitmişler. Annelerinin anlattıklarını bizzat gözleriyle görüp hayretler içerisinde kalmışlar. Annelerini dinlemedikleri için hem bin pişman olmuşlar, hem de mahcup olmuşlar. Eğilip soğuk sudan kana kana içerek susuzluklarını ve yorgunluklarını gidermişler.
Çoban Ana, ondan sonraki günlerde oğullarını uğurladıktan sonra, hep bu suyun başına gelir, yavan ekmeğini bu suda ıslatarak yermiş. Yıllarca Karmut suyunu yavan ekmeğine katık yapmış. Bu sayede Çoban Ana, ağrısız, sızısız çok uzun bir ömür yaşamış.
Çoban Ananın ömrü bir gün hitam bulmuş. Karmut suyu o günden sonra da insanlara şifa dağıtmaya devam etmiş. Yıllarca, belki de asırlarca şifa niyetine baş ucuna çömelen hasta gönüllere avuç avuç şifalı suyundan vermiş. Onların dertlerini alıp damlalarına katmış. Sonra da oracıkta, o dertlerle usulca toprağın derinliklerine sızmış. Bunu bıkmadan usanmadan hep yapmış. İnsanların dertleri bitmeyeceğine göre; Karmut suyu da şifa dağıtmaya devam edecektir…
Cahit CAN
NOT:
Karmut Suyu: Atlı Köyü – Olur yolunun 17. km’sinde, sindirim sistemi hastalıklarını tedavi ettiği tecrübelerle sabit olan ve lâboratuar tetkikleriyle faydalı birçok mineral taşıdığı tespit edilmiş bulunan bir içmecemiz.