DOLAR 32,6007
EURO 34,7988
ALTIN 2496,717
BIST 9483,35
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Karmut İçme Suyu- Atlı Köyü

Karmut İçme Suyu- Atlı Köyü
12.11.2008
1.879
A+
A-

Karmut Suyu: Atli Köyü – Olur yolunun 17. km’sinde, sindirim sistemi hastaliklarini tedavi ettigi tecrübelerle sabit olan ve lâboratuvar tetkikleriyle faydali birçok mineral tasidigi tesbit edilmis bulunan bir içmecemiz.

KARMUT HİKÂYESİ

Çok, ama çok çok eski devirler… Günümüzden belki de asirlarca önce… Tabiatin ve insanligin henüz kirlenmedigi, insanlarin tabiatin kucaginda hayatin tadini çikardiklari devirler. Mezralarda tabiî hayatin yasandigi devirler…
Mezralar, kuru insan kalabaligindan uzak, tabiatin güzelliklerinin doyasiya yasandigi yerlerdir. Çavret de bu mezralardan biri. Atli (Ori) Köyü’nün güneyinde buram buram tabiat kokan; salor, ceviz ve armut agaçlarinin gölgesinde dinlenen sirin bir mezramizdir Çavret. Mezranin hemen yani basinda derinden ve sessiz-sedasiz akip duran küçük bir dere… Gün batiminda, mezraya yüksekten alici kuslar gibi bakan, üzerinde kartallarin, akbabalarin dönüp durdugu sarp kayaliklar…
Güz ve özellikle de bahar mevsimlerinde sürülerle buraya gelen köylüler, burada bir-iki ay konaklar ve mezranin bereketinden istifade ederler. Ilkbaharda gayet çelimsiz olan koyun ve kuzular, bereketli otlaklarda otladiktan sonra oldukça besili olarak köye dönerler.
Çok eski devirlerde, bu mezranin Çoban Ana diye bilinen bir müdavimi varmis. Çoban Ana, kocasi Hakk’in rahmetine kavustuktan sonra iki oglunun gölgesine siginmis. Ogullarinin çoban olmasindan dolayi asil ismi unutulup “Çoban Ana” diye anilir olmus. Çoban Ana, her yil karlarin eriyip ortaligin bahar yesiline bürünmesiyle birlikte iki oglu ile mezraya inermis. Mezraya inince de sanki dünyalar onun olurmus. Bu yasli Anadolu kadininin bütün dünyaligi üç-bes keçiden ibaretmis. Ogullari konu komsunun sürülerini otlatir, ele güne muhtaç olmadan gül gibi geçinirlermis.


Çoban Ana, her gün safakla kalkar, Allah’in divanina durur, sonra keçilerini sevip oksayarak sagarmis. Bir yandan keçilerden sagdigi sütün bir kismini agilin bir kösesinde kurdugu ocakta, isli bir gügümde kaynatmaya çalisirken, bir yandan da uyanmalari için kadife bir sesle ogullarina seslenirmis. Çoban kardesler tatli bahar uykusundan ayilmak biraz zor olsa da annelerini üzmemek için agir agir kalkar, annelerinin kaynattigi sütü içer, sonra da içinde sadece kuru arpa ekmegi ile biraz da çeçil peynirin bulundugu dagarciklarini sirtlarina vurur, sürülerinin arkasi sira uzun bir bahar gününü kirlarda geçirmek üzere yollara düserlermis. Ogullarini besmele ile ugurlayan Çoban Ana, duvara yasli duran sakaveli alir agili bir güzel temizlermis. Arkasindan ufak tefek ev isleri… Derken günes de gelir kusluk vaktine dayanirmis. Birkaç saatlik kosusturmadan yorgun ve halsiz düsen yasli Çoban Ana, sonunda agilin bir kösesine çöker, hayal alemine dalarmis. Biraz sonra da rehavet çöker ve göz kapaklari kapanirmis. Kizgin bahar günesinin karsisinda bir müddet öylece dalip giden Çoban Ana uyandiktan sonra eline bir parça arpa ekmegi, biraz da çeçil peynir alir agilin kenarindaki tasin üzerine çikip otururmus. Bakislari ufukta kaybolurken, kulaklari çingirak seslerini duyabilmek için sabirsizlanirmis.
Böylece günler aylari, aylar yillari kovalamis. Zaman hep degismis; kuzular koyun olmus, koç olmus. Çoban Ana’nin bir zamanlar agilin kenarina kendi elleriyle diktigi ceviz fidani koca agaç olmus, gölgesi agili kaplamis; fakat Çoban Ana’nin o küçücük dünyasi hiç mi hiç degismemis.
Yine birgün ogullarini ugurladiktan sonra gelip agilin kenarina oturmus ve uyuyakalmis. Rüyasinda gözüne ak saçli, ak sakalli, elinde asasi ile bir pir-i fani gözükmüs. Çoban Ana’ya:
-Beni takip et, demis ve arkasini dönüp agir adimlarla yürümüs. Kisa bir müddet saskinlik geçiren Çoban Ana, bu saskinligi üzerinden attiktan sonra gayriihtiyarî pir-i faninin pesine takilmis. Pir-i fani önde, Çoban Ana arkada çayirlari geçmisler, salor ve sögüt agaçlarinin arasindan süzülüp dereye inmisler. Sonra dereyi geçip kayaliga tirmanmaya baslamislar. Çoban Ana, ayaklari bileklerine kadar kum ve çakila batarak yürüyen ihtiyara yetisebilmek için olanca gücünü sarf ediyor; ayaklari tutmadigi, kaydigi zaman ellerinin destegiyle yürümeye çalisiyormus. Ihtiyar, bugün Karmut suyunun gözesinin bulundugu yere gelince durmus. Önce yorgunluktan bitkin düsen Çoban Ananin yüzüne bakmis, sonra da kibleye dönmüs ve elindeki asayi iki eliyle yukari dogru bas hizasina kadar kaldirmis. Çoban Ananin saskin bakislari arasinda, “Ya Allah, bismillah!…” diyerek yere saplamis. Bu gür sesi duyan Çoban Ananin tüyleri bir anda diken diken olmus. Çoban Ana olup bitenleri merakli bakislarla süzerken; ihtiyar, asayi sapladigi yerden yine,“Ya Allah, bismillah!…” nidasiyla çekip çikarmis. Çikarmasiyla asanin açtigi delikten su fiskirmaya baslamis. Çoban Ana gördüklerine inanamamis. Gözleri fal asi gibi açilmis, öylece kalakalmis. Pir-i fani, egilmis, sudan bir avuç almis, yüzüne serpmis ve islak elleriyle sakalini sivazlamis. Sonra bir avuç daha doldurup içmis ve “Çok sükür, elhamdulillah!…” demis. Ihtiyarin tok sesi kayalikta bir defa daha yankilanmis. Sonra hayretten donakalan Çoban Anaya dönmüs, gözlerinin içine bakarak davudî sesiyle:
-Hadi, sen de iç!… demis. Susuzluktan ve hararetten dudaklari kavrulan Çoban Ana, suyun basina çömelmis. Titrek avuçlarini buz gibi soguk su ile doldurup içmis. Arkasindan bir avuç, bir avuç daha… Su o kadar sogukmus ki, bahar günesinin hararetine ragmen elleri buz kesilmis adeta. Suya doyduktan sonra basini kaldirmis, gözleri ihtiyari aramis, ama bulamamis. Ihtiyar, oracikta sirra kadem basip kaybolmus.
Çoban Ana her gün , uykudan uyaninca kosup dereye iner, elini yüzünü yikar ve kana kana su içermis. O gün, uyaninca su içme ihtiyaci hissetmemis. Agilin kenarindaki büyük tasin üzerine oturup rüyasinda gördüklerini hatirlamaya çalismis. Her günkü gibi yine aksam olmus. Günesin batmak üzere oldugu tepelerin ardindan çingirak sesleri duyulmus. Koyunlar, keçiler meleyerek mezraya dogru kosmuslar. Kuzular ve oglaklar agildaki uykularindan annelerinin sesleriyle uyanmis. Önce ayagi kalkip gerinmisler, sonra da seslerin geldigi tarafa dogru meleyerek kosmaya baslamislar.
Çoban Ana, ogullari gelir gelmez büyük bir heyecanla, rüyasinda gördüklerini onlara bir bir anlatmis. Ogullari annelerinin anlattiklarini kayitsizca dinlemis, hatta dinler gözükmüsler. Çoban Ana rüyasini bitirdikten sonra, rüyasinda gördügü suyun gözesinin bulundugu yeri parmagiyla isaret ederek, ogullarina, gidip orayi esmelerini söylemis. Ogullari, ne de olsa alti üstü bir rüya deyip annelerinin bu istegini geçistirmisler. Çoban Ana ayni rüyayi ertesi gün yine görmüs; çocuklarina yine anlatmis. Onlar annelerinin bu istegini yine yerine getirmemisler. Bu durum günlerce devam etmis.


Sonunda Çoban Ana bakmis olmuyor, ogullarindan hayir yok; yine birgün ogullarini besmele ile ugurladiktan sonra, duvarin dibinde günese karsi uyumak yerine rüyasinda, ihtiyarin asasiyla su çikardigi yere gitmis. Baslamis önce tas ve çakillari, sonra da topragi elleriyle kazmaya. Kazdikça kazmis… Elleri kan revan olmus, gün kusluk yerine gelmis dayanmis; ama suyu bir türlü bulamamis. Sonunda yorgun ve bitkin düsen yasli bedeni oracikta yigilip kalmis. Ne kadar uyudugu bilinmez. Uyandiginda, kazdigi çukurda, pir-i faninin asasinin sapli olarak durdugunu görünce hayli sasirmis. Etrafina bakinmis. Gözleri pir-i faniyi aramis, fakat görememis. Yavasça yerinden dogrulmus; biraz korkak, biraz ürkek adimlarla asaya dogru yürümüs. Asaya sarilinca ellerinin titredigini fark etmis. Son bir gayretle, “Ya Allah, ya bismillah!…” diyerek asayi çekip çikarmis. Asanin çikmasiyla suyun fiskirmasi bir olmus. Bir anda gökyüzünde çoban Ananin sevinç çigliklari yankilanmis. Bir yandan “Buldum… buldum!…” diye bagirirken, bir yandan da avuçlarina doldurdugu suyu yüzüne gözüne serpiyormus.


Çoban Ana, o gün aksamin olmasini büyük bir sabirsizlikla beklemis. Günes kayaliklarin arkasina süzülürken ogullari gelmis. Olup bitenleri onlara anlatmis. Onlar da kosarak suyun çiktigi yere gitmisler. Annelerinin anlattiklarini bizzat gözleriyle görüp hayretler içerisinde kalmislar. Annelerini dinlemedikleri için hem bin pisman olmuslar, hem de mahcup olmuslar. Egilip soguk sudan kana kana içerek susuzluklarini ve yorgunluklarini gidermisler.
Çoban Ana, ondan sonraki günlerde ogullarini ugurladiktan sonra, hep bu suyun basina gelir, yavan ekmegini bu suda islatarak yermis. Yillarca Karmut suyunu yavan ekmegine katik yapmis. Bu sayede Çoban Ana, agrisiz, sizisiz çok uzun bir ömür yasamis.
Çoban Ananin ömrü bir gün hitam bulmus. Karmut suyu o günden sonra da insanlara sifa dagitmaya devam etmis. Yillarca, belki de asirlarca sifa niyetine bas ucuna çömelen hasta gönüllere avuç avuç sifali suyundan vermis. Onlarin dertlerini alip damlalarina katmis. Sonra da oracikta, o dertlerle usulca topragin derinliklerine sizmis. Bunu bikmadan usanmadan hep yapmis. Insanlarin dertleri bitmeyecegine göre; Karmut suyu da sifa dagitmaya devam edecektir…