DOLAR 32,5137
EURO 34,913
ALTIN 2431,484
BIST 9812,94
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Güz gelince Yaylalar ölüm sessizliğine bürünür

26.12.2008
598
A+
A-

Yaylalar, Türk insanının hürriyetine düşkünlüğünün eseri olan yaşama alanlarıdır. Her ne kadar da Türk insanı, hayvanlarına yeni otlaklar bulma arzusu ile yaylalara çıkıyor gözükse de, aslında biraz da kış boyunca kapalı ortamlarda kalmasından dolayı daralan ruhunu genişletmek, ciğerlerini temiz hava ile doldurmak, çiçek kokularını solumak; kuş ve böcek sesleri dinlemek için yaylaya çıkmayı tercih eder.
Haziran ayı yaylaya göç ayıdır. Havaların iyice ısınmaya başlaması ile, geçici olarak da olsa, köy hayatının sonuna gelinmiş demektir. Nihayet göçler yüklenir. Bir haziran sabahının uhrevi serinliğinde yola revan olunur. Yaylalar, gelen misafirlerini taze gelin gibi renk cümbüşüne bürünmüş olarak karşılar. Gerçi misafirler de yaylalardan geri kalmaz, onlar da düğüne gidiyor gibi süslenmişlerdir elbette.

Sıcak temmuz ve ağustos ayları boyunca yayla, sakinlerinden; yayla sakinleri de yaylalarından hoşnuttur. Kış ayları boyunca yalnızlıktan bunalan yaylaya, baharla gelen misafirleri; bir canlılık, bir hareketlilik getirmiştir. Ne var ki bu hareketlilik eylül ayının gelmesi ile yavaş yavaş durgunlaşır; canlılığını, hareketliliğini yitirir. Havalar giderek soğur. Güz yağmurları sabah akşam toprak damları döverek yayla hayatının tadını kaçırır. Sert esen dağ rüzgârları bıçak gibi işler insanın böğrüne. Bütün bu gelişmeler, yaylaların terk edilmeye başlanacağının habercisidir adeta. Zaten yaylalar da eski güzelliğini çoktan yitirmiştir. Çimenler sararmış, son açan çiçekler de solmak üzeredir artık. Üstelik eskisi gibi ruhu dinlendiren kuş sesleri de işitilmemektedir.
Derken eylül ayının da sonu gelir. Göçler yüklenir. Yayla mahzun mahzun olup bitenleri seyre dalar. Yayla sakinlerinin içini, pek de anlayamadıkları ya da bir anlam veremedikleri bir burukluk kaplar. Sanki yaylaya çıkarken ki o neş’eli, şen şakrak insanlar gitmiş, onların yerine matem havasına bürünmüş insanlar gelmiştir. Göçler yola dizilir. Yavaş yavaş el ayak çekilir. Ayak sesleri bile giderek uzaklaşır yayladan. Ayak sesleri uzaklaştıkça yaylaya bir kasvettir çöker.
Artık ne ağıllarında meleyen koyunu, kuzusu vardır ne de çoban ıslıkları duyulur. Bundan böyle aylarca, bacaları göğe dumanını savuramayacak, genç kızları pınar yolunda arzı endam edemeyecek. Yaylanın içinden gürül gürül akan arkın kenarında su ile oynayan çocuklar da çekip gitmiştir artık. “İnsan dostlarımın olmadığı yerde benim ne işim var.” dercesine adeta kuşlar da küsmüştür yaylaya. Sadece yayla üzerinde alçak uçuş yapan ya da sürüler halinde yayla önlerinde gezinen vefakâr kargaların sesi duyulur. Ne var ki bu ses kulağa hiç de hoş gelmemekte, adeta insanın içini ürpertmektedir. Bu mevsimde yayla, insanda ölüm, yalnızlık, terk edilmişlik ve korku duygularını depreştirir. Haziranda bağrımıza bastığımız yayla, güz mevsiminde ölü gibi soğuk yüzlüdür. Ne cazibesi kalmıştır ne de güzelliğinden eser vardır.
Bir ölüm sessizliğidir yaylanın üzerine çöken. Bu sessizliğin girdabında çalkalanıp durur yayla. Aylarca baharın tekrar gelmesini büyük bir sabırsızlıkla beklemeye koyulur. Bu manzarayı seyretmeye yürek dayanmaz. Elemler, hüzünler bahar seli olur çağlar insanın yüreğinde. Güzellik adına ne varsa insanın gönlünde, önüne kattığı gibi sürükler götürür. Ve bu manzara karşısında hüzünlenen bir yayla müptelasının, bir yayla sevdalısının elemleri mısralarda dinginleşir adeta.

YAYLALAR
Evvel bahar aylarında yemyeşil
Taze gelin gibi olan yaylalar.
Göçler, yola dizilip de gidince
Melül mahzun kalır viran yaylalar.
Yaz bitince peşi sıra güz geldi
Sende geçen günler bana az geldi
Şu ayrılık vakti ne de tez geldi
Bundan sonra tipi boran yaylalar.

Çimenin kurudu, çiçeğin yitti
Saltanatlı zaman sonunda bitti
Çobanların bile terk etti gitti
Başını pus duman saran yaylalar.

Ne pınar başında kızların kaldı
Ne koyun, meleyen kuzusun aldı
Bak yine yalnızlık kapını çaldı
Göçtü uzaklara yâran yaylalar.
Geceler ıssızdır, gündüzler gece
Sana yakışmaz hiç bu halin bence
Üstüne bir kasvet çöktü iyice
Elleri böğründe kalan yaylalar.

Ne ocağın yanar ne bacan tüter
Ne günlerin geçer ne aylar biter
Yalnızlık ölüme denk imiş meğer
Gözü yaşlı boyun buran yaylalar.
Ses seda kesilir, bozulur oyun
Melemez ne kuzu ne keçi, koyun
Vefalı kargadır en yakın dostun
Başka yoktur halin soran yaylalar.
-CAHİT CAN-
Erzurum/13.12.2008