Dünyevi Korkulardan Kaçmak
Kaybetme korkusu, yalnız kalma korkusu, terk edilme korkusu, başarısız olma korkusu gibi korkular insanın hayatının büyük bir bölümünü meşgul eden durumlardır. Çoğu insan bu korkulardan en az birine sahiptir. Yine çoğu insan bu korkuların imani zafiyetten olduğunu düşünmemektedir. İnsan yaratıcısını tanımaz, O’na güvenmezse bu korkuları yaşaması çok normaldir. İnsan Rabbini tanımazsa, O’nun gücünden de haberdar olmayacaktır. Allah evrenin her köşesini kuşatan, bizim bildiğimiz, bilmediğimiz tüm alemleri kontrol edendir. Ve hepsinin bir kaderi vardır. İnsan bu gerçeğin tam anlamıyla farkında olsa, böyle korkular taşımasının anlamsız olduğunu daha net kavrayacaktır. Allah’ı tanımayan insan kendine bağımsız güçler edinmeye başlar. Her varlığın kendine has gücü olduğunu zanneder. Kendisine sorsanız hepsinin yaratıcısı Allah’tır. Ancak bunu gerçekten anlamadığı için, yaşamında da uygulayamamaktadır. Nasıl ki bir filmin hiçbir karesini değiştiremezsek, kaderimizdeki hiçbir anı da öyle değiştiremeyiz. Filmdeki oyunculara sinirlenen, şöyle yapsaydı böyle olmazdı diyen kişilere gülüyorsak, hayatında kendi çabasıyla olayları değiştireceğine inanan bir insanın çabası da o derece komiktir.
Bu insanların bu korkuları yaşamalarının diğer bir nedeni de, ahirete olan inançlarının zayıf olmasıdır. Bu insanlar ölümün bir son olduğunu düşünmekte, Allah’a hesap vereceklerini unutmaktadırlar. Bu yüzden gerçek sandıkları dünyaya sıkı sıkı bağlamakta, kaybetmemek için telaşa girmektedirler.
“Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.’’ (Ankebut Suresi, 64)
Bazı kişiler de sözde kendilerini ölümsüzleştirmek için yöntemler ve felsefeler geliştirmişlerdir. Bunlardan biri Reenkarnasyon adı verilen felsefedir. Bu felsefe Hinduizm, Budizm gibi inanışlardan gelmektedir. Bu insanlar ahretin varlığına inanmamakta, ölümden sonra tekrar dünyaya farklı biri olarak geleceklerini sanmaktadırlar. Ölümsüzlüğü isteyen bazı insanların kaçış yöntemi olarak benimsedikleri bu din, tamamen sahte olup, yazılı bir kaynağı bulunmamaktadır.
Bazıları da ölümsüz olmak için binalar, heykeller ve diğer bazı yapıtları yaptırmaktadırlar. Bu şekilde kendisi dünyada olması bile, sevenleri ve diğer insanlar bu yapıtlar sayesinde hep kendisini anacaklardır. Bazı insanların da soyadını yürütecek bir oğullarının olmasını şiddetli istemelerinin nedeni budur.
“Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?’’ (Şuara Suresi, 128-129)
Bu insanlar bırakın ölüm konusunda konuşmayı, hatırlamayı dahi istemezler. Birisi konuyu açtığında “ağzından yel alsın’’ gibi saçma sözlerle kendilerini avuturlar. Ölümü kötü bir şey olarak değerlendirirler. Güya ölümden kurtulmak yada geç karşılaşmak için tedbirler alırlar. Elbette insanın tedbir alıp, sağlıklı ömrünü sürdürmek istemesi çok normaldir. Bütün bunları Müslüman, Allah yolunda daha fazla hizmet edebilmek için ister. Ancak imani zafiyet içinde olan insanların böyle bir düşüncesi yoktur. Onları tek korkuları, bütün kazandıklarını ölümle birlikte geride bırakmaktadır. Ancak ne kadar tedbir alınırsa alınsın, ne kadar bu gerçekten kaçılmaya çalışılırsa çalışılsın, ölüm Allah’ın takdir zamanda, yerde ve şekilde kişiyi bulacaktır.
“Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile…’’ (Nisa Suresi, 78)
Müslümanların korkusunu yaşadıkları tek bir konu vardır, o da Allah’ın rızasını kaybetmektedir. Allah’ın sevgisini kaybeden kişi hem dünyayı kaybetmiştir, hem de ahreti. Müslüman hayatı boyunca Allah’ın sevgisini kaybetmemek için son derece titiz bir mücadele verir. Ancak Allah’ın rızasını kaybetme korkusu kişiyi sıkıntı içersine sokan, dünya nimetlerinden soğutan bir korku değildir. Tam tersine Müslüman, Allah’ı tanımasından ötürü, baktığı her nimette O’nun tecellisini gören kişidir. Bu yüzden büyük bir özlem ve şevkle O’nun tecellilerinin en güzelinin bulunduğu cennete kavuşmak için çaba verir. Bu yüzden dünya ile de endişe dolu bir bağlantısı yoktur. Dünyayı sadece Rabbine kavuşmak için bir araç olarak görür.
Yazar: Ayça SONER