Bugün Gerçekten Bizim Günümüz Olsun
Başlangıçta iş hayatındaki ayrımcılık sebebiyle kadınların eşitlik talebi üzerine ortaya çıkmış olsa da, Dünya Kadınlar Günü, aslında kadınlara yönelik tüm negatif ayrımcılığın karşısında olmakla özdeşleşmiştir: Kadına yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik şiddet; yaşam hakkı (kız çocuklarının doğum sonrası hayatlarına son verilmesi; ya da anne karnında iken gebeliğin sonlandırılması), eğitimleri gereksiz görülerek eğitim hakkından mahrum bırakılması, aile reisliğini temsil ettiği iddiasındaki kişi tarafından çalışmasına izin verilmemesi, ucuz işgücü olarak kullanımı vb.
Bu hareketin ortaya çıkışını hazırlayan şartların tümünün ülkemizde görüldüğünü söylemek elbette insafsızca olur. Belki işgücünün ücretlendirilmesi noktasında negatif ayrımcılığın en az olduğu ülkelerinden birinde yaşıyoruz. Ancak, töre kaynaklı “namus”(?!) cinayetleri, eğitim hakkının elinden alınması ve şiddet, ülkemizde de ciddi anlamda mücadele edilmesi gereken kadın sorunlarıdır. 8 Mart, belki tüm bunların yeniden hatırlanması ve resmi kurumlarla sivil toplum örgütlerinin yeni projelerle bu konuya eğilmelerini sağlayabilir. Çözülebilir mi? Gerçekçi olmak gerekirse hayır! Hayata erkek-egemen bir bakışla bakan, dürüstlük, erdem ve ahlak gibi kavramlar içermesi gereken “namus” anlayışı bile erkek-egemen bir söylemle şekillenen bir sosyal yapıda, çoğu erkek kaynaklı bu kadın sorunlarının çözüleceğini beklemek ütopiktir. Bizi, bu sorunlara neden olan erkekler kurtarmayacak. Kadınları ancak ve yalnız yine kadınlar, bu sıkıntılardan kurtarabilir. Ancak bunun, bir kurtuluş harekâtı, bir sosyal uyanış şeklinde olmasını beklemek de ilki kadar ütopik olur. Bireysel kurtuluşumuza yönelmek zorundayız. “Bu ülkenin kadınları nasıl kurtulur?” bizim öncelikli gündemimiz olmamalı. “Ben nasıl kurtulurum?”, sorusunun cevabını aramalıyız. Yaşadığınız hayat için, “kurtulacak neyim var?” ifadesini kullandığınızı duyar gibiyim. Mutlu olduğunuzu sandığınız bir aileniz ve çevrenize göre iyi şartlarda sürdürdüğünüz bir hayatınız varsa “düzenim değişmesin, ağzımın tadı bozulmasın” kolaycılığı ile sorgulamaktan vazgeçtiğiniz şeyleri sorgulamaya ne dersiniz?
Mutlu olmak, tercih yapabilmektir, yani hürriyettir. Yaşadığınız hayat sizin tercihiniz mi? Evliliğiniz sizin seçiminiz mi? Siz seçtiniz varsayalım, bu seçimden vazgeçme hürriyetiniz ya da bu hürriyetin kapsam ve sınırlılıkları neler? Kangrene dönüşmeden o evlilik, sadece bir şeyler içinize sinmiyor, sizi mutlu etmiyor, ruhunuzu arındırmıyor, kısacası size göre değilse, onu sonlandırma özgürlüğünüz ne kadar?
Her insan zaman zaman yaşadığı ortamdan bunalmış, kısa, orta ya da uzun vadeli ortamını değiştirmek ya da tümden terk etmek istemiştir, birlikte yaşanılan insan/lar/ çok sevilse dahi. Acaba kaç kadın, içinde kıvrılan o bitmeyen yollara gözü kapalı bir şekilde kendini bırakarak, iç huzursuzluğunun çözümü aramaya cesaret edebilir? Toplumsal gereklilik ya da yaptırımları göz ardı ederek hangimiz, kimseye hesap verme zorunluluğunu hissetmeden birkaç gün kendimizle baş başa kalıp kafamızı dinleyebileceğimiz kısa tatillerin ardından, problemsiz bir şekilde evimize dönme lüksüne sahibiz? Ya da hangimiz “toplumsal bir güvence” olarak algılanmaya devam eden evlilik kurumunu, incitici sebepler olmaksızın sonlandırmak ve son verişe öncelikle kendi ailemizi ve yakınlarımızı ikna edebilecek kadar yürekliyiz.
Büyük laflar etmeye, ütopik misyonlar yüklenmeye ve kendimizi kadınların Mesih’i gibi görmememize gerek yok, kendimiz için bir kurtuluş, onurlu bir yaşam ve “birinin kızı”, “birinin eşi”, “birinin annesi” olmanın ötesinde “birey” olamadıktan sonra. Bu ilinti kimliklerimizin ötesinde biz bir “birey”iz. Hayatımızda bu sosyal rol ve statüler olmasa dahi kendimiz olarak var olmayı başarmak zorundayız.
Haydi, hanımlar! Dünya kadınları için ne yapabileceğimizi bir tarafa bırakalım, Bu günün kendi hayatımızda nasıl bir milat olabileceğini düşünelim. Bugün bizim hayat karşısında seçimlerimizi ve tercih haklarımızın sınırlarını sorguladığımız bir gün olsun!