Aziz Şehitlerimiz, Özür Diliyorum! – Üstün ŞENGÜl
“Osmanlı Devleti, hazır olmadığı bir harbe girmişti…”
“Müttefiklerimiz yenildiği için, biz de yenik sayıldık…”
“Çanakkale bir devrin battığı yerdir…”
“Mehmetçik Çanakkale’de bir tarih yazdı…”
“Mehmetçik, Çanakkale’de öldü(!) ama milletin harim i iffetini kurtardı…”
“Mehmetçik, Çanakkale’de milletinin namusunu çiğnetmedi…”
…
Her yıl, 18 Mart geldiği zaman, bu tür kalıplaşmış cümlelerle başlıyor konuşmalarımız. Ateşli nutuklar atıyoruz. Dinleyenlerimiz coşuyor, en kolay uyum sağladığımız eğlence türünü sergileyerek bol bol alkışlıyor. Yeter artık! İnsanın isyan edesi geliyor bu duruma?! Edesi değil, kendi aymazlığımıza, kendi pişkinliğimize, kendi arsızlığımıza isyan etmemiz lazım aslını sorarsanız. Yılın 364 günü boyunca, Mehmetçiğin semtine uğramadığımız için isyan etmemiz lazım. 364 gün, Çanakkale şehitlerinin, şehit oluşlarına sebep değerlerin farkına varmadan, bu aziz vatan üzerinde sadece ceset olarak yaşamamıza isyan etmemiz lazım. 364 gün boyunca, her fırsatta, millet olarak Mehmetçiğin ruhunu rencide edici davranışlar sergileyerek bu cennet vatanın topraklarını kirlettiğimiz için isyan etmemiz lazım… Daha da önemlisi, bu halle utanmadan 365. gün Mehmetçiğin karşısına çıkma küstahlığını gösterdiğimiz için, bu ikiyüzlülüğümüzden dolayı utanmamız lazım. Ve! Maziyle, ay da olsa bir ruh benzerliğimiz varsa ki, var olduğuna inanmak lazım, canları, kanları pahasına bu aziz vatanı bize bırakan aziz şehitlerimizin şahs ı manevilerinden özür dilememiz lazım. Onların ve bizim elimizden ve dilimizden çıkan ve dahi birbirine tezat teşkil eden davranışlara bakarak, içten ve dıştan kızarmak suretiyle utanmamız lazım. Belki bu utanç bizi özür dilemeye ve bir daha özür dilemek zorunda kalmamak, onların maneviyatlarını rencide etmemek için toparlanmaya sevk eder.
Bu yüzden geliniz, bu sefer Çanakkale’ye, methiyeler düzmek yerine böyle bir mantık penceresinden bakalım:
Aziz şehitlerimiz!
Sizden özür diliyorum!
Sen, erkek sinemi, 1 m2 lik bir alanda 6.000.- mermiye siper ederek geçit vermediğin halde, ben, sana layık bir hayat hayat süremediğim için…
Aziz şehitlerim!
Özür diliyorum sizlerden…
“13. Tümen, 60. Alay, 1. Tabur. Harputlu Ömer Çavuş… 23 Temmuz 1915. Çok sıcak bir gün. Saat 14.00 civarı. Düşman denizden ve karadan müthiş bir top ateşine başladı. Sıcak hava şimdi kaynıyordu. Siperlerimiz alev içinde kaldı.
Düşman üç saat süren top ateşinden sonra, ‘Türk siperlerinde kimse sağ kalmamıştır’ diyerek piyade hücumuna geçti. … Siperler dardı. Askerlerimiz süngüleri tüfeklerden çıkarıp ellerine aldı. … Mehmetçik, İngilizlerle boğaz boğaza geldi… Emir Subayı, siperler arasında dolaşan Ömer Çavuş’a rastlayıp sordu:
-“Vaziyet nasıl Ömer Çavuş?
-“Tabur subaylarımızdan kimse kalmadı” dedi Ömer Çavuş. Sonra bir an duraklayıp yutkundu. Gözleri dolu doluydu. Dedi ki:
-“Erlerimizden de pek kimse kalmadı.”
…
Siperler arasında yürürlerken, Ömer Çavuş buğulu gözlerle şehitlerimizi takdim etti:
-“Yüzbaşı Feyzullah… Yüzbaşı Kâzım… Binbaşı Recep… Teğmen Hamdi… Tabur subaylarımızın tamamı şehit oldu. Yalnız Yüzbaşı Atıf Beyi yaralı olarak geri gönderebildik.
Emin olabilirsiniz! Recep Çavuş da, çok kısa bir süre sonra onlara katılmıştır…
Sizlerden özür diliyorum Teğmen Hamdiler, Yüzbaşı Feyzullahlar… Sizin gibi olmaktan, sizin gibi yaşayıp, sizin gibi ölmekten geçtim, sizi taklit dahi edemediğim için…
“İngiliz donanması, Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu. Yine şiddetli bir atış sonrasında, 3. Tümen, 64. Alay, 1. Bölük erlerinden Mehmet (Biga, Ramazanlar köyünden Mehmet Aşkın) silah arkadaşı olan eniştesi Recep’i fundalıkların üzerinde gördü. Recep’in iki ayağı da kopmuştu. Mehmet yavaş yavaş eniştesinin yanına sokuldu. Vaziyeti yakından görünce ağlamaya başladı. Henüz ruhunu teslim etmemiş olan Recep, tamamen kendisindeydi. “Kardeşim” dedi:
-“Niye böyle ah edip ağlarsın da, benim ciğerimi dağlarsın. Allah’ın verdiğine merhaba! Takdir i Rabbanî böyleymiş. O’nun hükmüne mani yoktur. Artık elden bir şey gelmez. Benim arzuladığım oluyor… Sağ kalırsan, anamın elini benim için de öp! Sütünü helâl etsin…”
Recep’in son sözü: “Başımı kıbleye doğru çevir” oldu. Başka bir şey söylemedi ruhunu teslim etmişti.
Az sonra, bölük yine süngü hücumuna geçti. Bu defa hemşehrisi Halil, ağır yaralı olarak Mehmet’in yanına yıkıldı. Bir müddet sessiz kaldı ve sonra: “Ahretlik” dedi.
-“Ölümüm yaklaştı. Öldükten sonra cesedimi geriye götürme… Buraya ellerinle göm. Üzerimde harbediniz… Ta ki gazilerin ayak seslerini, Allah! Allah! Nidalarını rahatça duyayım.”
Halil de ruhunu teslim etti.
Bir akşam, keşfe çıkardılar Mehmet’i. Karayürek Deresi’nin yatağında geziniyordu. Çok susamıştı. Dere şırıldıyordu. Matarasına doldurup birkaç yudum içti. Fakat suyun tadı başkaydı. Avucuna su alıp baktı. Su değildi bu, kandı. Karayürek Deresi’nden kan akıyordu. Belki de Karayürek Deresi dünden bugüne kan ağlıyordu.
Aziz şehitlerim!
Recepler, Haliller. Affedin beni!
Özür diliyorum sizlerden!
Emanet bıraktığınız aziz vatanın her zerresinden kir, gözyaşı, zillet, korkaklık akıttığım için…
18 Mayıs 1915 Pazartesi
“Yüzbaşı Mehmet Tevfik, Ovacık yakınlarındaki ordugâhta, gözünde tüten baba ocağına mektup yazıyordu:
-“Sevgili babacığım ve valideceğim,
Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede pantolonumdan hain bir İngiliz kurşunu geçti. Bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidin olmadığından, bir hatıra olsun diye, şu satırları yazıyorum.
…
Gözbebeğim zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğimi önce Cenab ı Hakk’ın, sonra sizin himayenize bırakıyorum. Onlar hakkında ne mümkünse lütfen yapmaya çalışınız.
…
Refikama hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok üzülecektir, o üzüntüyü giderecek şekilde veriniz, teselli ediniz. Allah u Teâlâ’nın takdiri böyleymiş…
İsteklerim ve borçlarım hakkında refikamın mektubuna koyduğum deftere ehemmiyet veriniz.
…
Sevgili babacığım ve valideciğim.
Belki bilmeyerek size karşı bir çok kusurda bulunmuşumdur. Beni affediniz. Hakkınızı helal ediniz, ruhumu şad ediniz.
…
Ebediyen Allah’a ısmarladık sevgili babacığım ve valideciğim.”
Bu mektubu yazdıktan on beş gün sonra, 2 Haziran 1915’te şehit olan Mehmet Tevfik’im. Şehit olurken bile diğergâm olmanın zirvelerinde dolaşan Mehmet Tevfik’im. Şehit olurken bile, anasından, atasından, bacısından, tüm akrabalarından helâllik istemeyi ihmal etmeyen Mehmet Tevfik’im. Her fırsatta, ebeveynini kırmaktan, etrafına keder vermekten, sıkıntı vermekten imtina etmeyen ben, utanarak, kızararak senden özür diliyorum. Beni affet…
62. Alaydan Üsteğmen Zahid, senden de özür dilerim…
80 kişiydiler… Makineli tüfekleri sadece iki taneydi. Üzerlerine yöneltilmiş 329 top namlusuna karşı, onların hiç topu yoktu. Sadece eski tüfekleri ve el bombaları vardı. Ha bir de iman dolu erkek sineleri… 14 saat boyunca, 10 kattan daha kalabalık düşmanları onları bir alay gücünde zannetti ve şair onl
ar için:
“Bir kahraman takım ve Yahya Çavuş’tular.
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular.
Düşman tümen sanırdı bu kahraman erleri,
Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular.”
Diyecekti çok sonraları… Mermisi azalan askerleri, Yahya Çavuş’a sordular:
-“Komutanım! Şimdi ne yapalım?” O tebessümle cevap verir:
-“Arslanım! İki gâvura birden nişan alın. Merminizi idareli kullanın!”
Akşam olur… 80 kişiden geriye kalan bir avuç kahraman Harapkale’deki bölük mevzilerine geri çekilir…
Tabur komutanı Binbaşı Mahmut Sabri, 14 saat boyunca bir alaylık iş gören o kahraman takımdan geriye kalanları cephe gerisine aldırmak ister… -“Fazlasıyla hak ettiniz, biraz dinlenin der.” Yahya Çavuş’un gözleri buğulanır. Öyle bir cevap verirki, bütün tarih durur onu dinler: “Komutanım! Alnımızdaki Balkan Harbi lekesini silmeden istirahat etmek bize haramdır. Bizi yeniden ateş hattına yollayın.”
…
O, alnındaki lekeyle 5 Haziran 1915’e kadar yaşayan Yahya Çavuş… Senden özür diliyorum… Tam elli senedir, alnında pek çok lekeyle yaşama utancına katlanan ben, senin tertemiz kanınla suladığın bu vatan topraklarında, kültür fukarası, ruh öksüzü olarak yaşadığım için, senden özür diliyorum…
“Kitre muharebeleri sırasında, bölükler arka sıralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Askerin tamamı süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin… Dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime i şahâdet getiriyor. … Yüzbaşı erlere sesleniyor: “Yavrularım, arslanlarım!… Biraz sonra Cenab ı Rabbü’l Alemin huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim. Haydi! Hep beraber teyemmüm edelim…” Teyemmüm edilir. Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı: “Çocuklarım! Sanıyorum, biraz daha bekleyeceğiz… Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için, hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım. Kâbe karşımızda… Arkadan Oflu Ali Çavuş bağırır: “Er kişi niyetine! …”
Daha sağ iken, kendi cenaze namazını kılma erkekliğini gösteren şehid i zîhayatlar. Ben 50 yıldır yaşayan ceset… Sizden özür diliyorum…
Aziz şehitlerim!
Sizden özür diliyorum!
56 Filo geliyor diye, İzmir’de devlet adına “genelevi boya, badana yaptıran ben, utanarak sizlerden özür diliyorum.
…
Sizden özür diliyorum!
Sen, namusumu düşman çiğnemesin, lekelemesin diye şehit olurken, ben, İstanbul’un göbeğinde Ermeni Matild Manukyan’a, Mehmetçiğin namusunu pazarlatıp, onu vergi veren müessese olarak kabul edip, bizzat (bunu söylerken kahroluyorum) devlet eliyle ‘yılın vergi rekortmeni’ beratı verip onu ödüllendirdiğim için, binlerce kez özür diliyorum.
…
Sizden özür diliyorum!
Siz şehit olurken bile, ne için şehit olduğunuzu tescilleyip gelecek nesillere bırakmak istercesine, göğsünden bir Kur’an, bir bayrak çıkartırken, ben şairin ifadesi ile: “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” muamelesi görme utancına katlandığım için, öz vatanımda kültürel vatansız olarak yaşadığım için, sizlerden özür diliyorum…
Özür diliyorum, özür diliyorum, özür diliyorum…