Âşıklık Geleneğine Hizmet
Millet çınarımızın; yaşamasını, beslenmesini ve ayakta kalmasını sağlayan köklerinden biri olan âşıklık geleneğimizi yaşatmak, millet mefhumuna değer veren ve millet olarak yaşamamız gerektiğine inanan her Türk insanının millî vazifelerinin başında gelir. Bu vazife, aynı zamanda ananevî şiir geleneğimizin devamı açısından da çok mühimdir.
Nasıl ki arı kovanındaki arılar arasında işbölümü varsa; yani arıların kimisi balözü toplamakla, kimisi kovana su taşımakla, kimisi kovanın emniyetini sağlamakla, kimisi kovanı havalandırmakla, kimisi üremeyi sağlamakla vazifeli ise cemiyet fertleri arasında da cemiyetin birliği, beraberliği ve devamı açısından böyle bir işbölümüne ihtiyaç vardır. İşte, cemiyet kovanımızda ifası elzem vazifelerden biri de âşıklık geleneğinin yaşatılmasıdır. Bu vazifenin akla gelen ilk neferleri ve ameleleri muhakkak ki halk âşıklarımız yani ozanlarımızdır. Onlar bu geleneğe sahip çıkarak, bu geleneği geliştirerek ve yaşatmaya çalışarak cemiyetin diğer fertlerine örnek olmalıdırlar.
Âşıklık geleneği maziden hale nakledilmişse, halden de atiye devredilecekse bu bayrak yarışında Erzurum’un ve Erzurumlu âşıkların üslendiği mesuliyet inkâr edilemeyecek kadar büyüktür. Bu geleneğin son asırlardaki temsilcilerinin çoğu bu bölgenin yetiştirdiği şahsiyetlerdir. Bu durum, bir Erzurumlu olarak benim göğsümü kabartıyor.
Bu minvaldeki memnuniyet verici bir diğer çalışma da, son yıllarda mahalli ve bazı da Türkiye geneline yayın yapan TV kanallarında âşıklık geleneği ile ilgili programlara yer verilmesidir. Bu geleneğimizin ekranlara taşınması gayet güzel bir düşünce, düşünceden de öte arzu edilen bir uygulama. Yalnız bu programların formatı pek de geleneğe hizmet etmeye müsait değil. Çünkü bu programlara ayrılan sürenin çoğu; seyircilerden gelen mesajları okumaya (hatta okuyamamaya), sponsor bulabilmek için ricalarda bulunmaya, eşe, dosta, hısım akrabaya selam göndermeye ve türkü armağan etmeye harcanıyor. Hâlbuki bu geleneği tanıtmak ve yaşatmak sadece halk ozanlarına türkü söyletmekle, istek parçaları çalmakla olmaz. Geleneğin inceliklerinin, töresinin, adetlerinin de halka anlatılması gerekir. Çünkü bugün, halkımızın çoğu bu geleneğin inceliklerini, şahsına münhasır hususiyetlerini bilmemektedir. Dolaysıyla halkımızdan bilmediği bir şeyi sevmesini, ona ilgi göstermesini bekleyemezsiniz. Siz halkı bırakın, bazı ozanların bile bu geleneğin inceliklerinden bihaber olduklarını üzülerek müşahede ettiğim olmuştur.
O zaman ne yapmak gerekir? Mesela; programa davet edilecek bir akademisyen, her programda geleneğin bir özelliği, bir inceliği, bir güzelliği (âşıklık geleneğinin tarihçesi, türleri, makamları; halk âşıklarının yetime merhaleleri, karşılaşma adap ve erkânı vs) hakkında bilgi vermeli ve verilen bilgiler de programda hazır bulunan ozanlar tarafından örneklendirilmelidir.
Bugün âşıklık geleneği itibar kaybetmişse bunun bir sebebi, bu geleneğimizi halka sevdirebilecek ozanlarımızın azlığı hatta yokluğudur. Bir diğer sebebi de değişen hayat şartlarının halkı bu gelenekten uzaklaştırmasıdır. Neticede âşıklık geleneğinin temsilcilerinin ehil olmamaları halkı bu gelenekten uzaklaştırıyor, gelenekten uzaklaşan halk da bilgili, kültürlü yani ehil âşıkların yetişmemesine sebep oluyor. Kısacası olan bizim âşıklık geleneğimize oluyor.
Hâlbuki geçmişte, ozanlarımız kelimenin tam anlamıyla kendilerini yetiştirdikleri için cemiyet indinde itibar görmüşler ve takdir edilmişlerdir. Bundan dolayı da icra ettikleri sanata da rağbet bir o kadar fazla idi. Hemşehri ozanımız Narmanlı Sümmanî, ümmi olmasına yani okur-yazar olmamasına rağmen, şiirlerindeki derinlik, anlam zenginliği ve onun halk şiiri bilgilerine vakıf olması; şiirlerinin, şiirleri vasıtasıyla da geleneğin sevilmesi sonucunu doğurmuştur. Onun şiirlerindeki derinliği keşfetmek bugün, yüksek tahsil yapmış çoğu insanımızın harcı bile değildir. Onun şiirlerinde boş söz bulamazsınız. O, üstatlarından hikmet almış, halkına hikmet satmıştır.
Tabii bu geleneği önce yaşatmak, sonra da geliştirmekle mükellef olanlar sadece halk âşıkları değildir elbette. Bu hususta Kültür Bakanlığımızın halk âşıklarını maddî ve manevî bakımdan desteklemesi ve bu geleneği tanıtıcı faaliyetler gerçekleştirmesi gerekir. Ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığının, edebiyat dersi müfredatlarında bu geleneğe daha fazla önem vermesi de lazımdır. Bütün bunlara ilâve olarak zenginlerimiz de geleneğin yaşatılması ve geliştirilmesi hususunda yapılacak harcamalara destek verirlerse işte o zaman yok olmaya yüz tutan bu geleneğimizi gelecek nesillere miras bırakma şansı elde edebiliriz.
Unutulmamalıdır ki millet ağacımızı besleyen ve ayakta tutan köklerden birisi de âşıklık geleneğimizdir. Bu geleneğin yok olması, millet ağacının hoyrat esen rüzgârlara karşı koyamaması ya da kuruması demektir.
Yazımı, Erzurum’un yetiştirdiği ve bütün asırların bana göre en büyük halk ozanlarından biri olan Narmanlı Âşık Sümmanî’nin güzel bir şiiri ile tatlandırmak istiyorum.
YOL KAPISINI
Kimlere sorayım, nasıl edeyim? Fazilet, kemâlet maksuda yoldur Âşığa muhabbet fazla görülmez Âşıklar maşuka boyun eğerler Sümmanî bî-haber değil bu rahtan
Cânana ulaşan yol kapısını.
O âfet var iken kime gideyim,
Cânandır gösteren yol kapısını.
Halk eden Hâlik’tir, halk olan kuldur.
Muhabbet aşkıyla gönlünü doldur,
Kapa kemlik denen yol kapısını.
Bahçıvansız bağın gülü derilmez
Gönül bahçesine kolay girilmez
Girmek ister isen bul kapısını.
Ahdine sadakat gösterir erler
Birgün olur gelir kapını döverler
Dövmüş isen eğer el kapısını.
Asla kurtulmadı hicrandan ahtan
Her ne istersen iste Allah’tan,
Yanılıp da çalma kul kapısını.