DOLAR 34,4945
EURO 36,3959
ALTIN 2952,667
BIST 9288,12
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Kitabın Feryadı

15.01.2009
750
A+
A-

Geçen gün dersimin olmadığı boş bir zamanımı değerlendirme amacıyla kütüphanemizden bir kitap aldım ve “Gel dostum seninle biraz sohbet edelim.” dedim. Madem bana dostum dedin ve madem benimle sohbet etmek istiyorsun şimdi söyleyeceklerimi can kulağıyla dinleyip hemcinslerine iletmeni istirham ediyorum, diye cevap verdi kitap. Sonra da bir dokun, bin ah işit misali yıllardır kimseye anlatamadığı duygularını sitemkâr bir dille anlatmaya başladı. Ben de elçiye zeval olmaz diyerek kitabın feryadını aynen paylaşmak istedim. Ben aradan çekiliyorum ve hep beraber kitaba kulak verelim diyorum.

Yıllar önce bir dağ yamacında henüz küçücük bir fidan iken sizin büyükleriniz gibi bana da “Büyüyünce ene olmak istiyorsun?” diye bir soru yönelttiler. İlk emri “oku” olan bir dinin mensuplarının ve çocuklarına “Kitap en iyi dosttur.” Düşüncesini belletmeye çalışan bir milletin yaşadığı bir topraklarda bulunmanın hevesiyle büyük bir heyecanla “Kitap olmak, elden ele dolaşmak ve insanlarla sohbet etmek istiyorum.” dedim.

Günün birinde insanların balta darbeleriyle hayatımı sona erdirmeye çalıştıklarını görünce küçüklüğümdeki o güzel dileğin tesellisiyle bu acıya dayanabildim. Son balta darbesiyle yere uzanınca acılarımın bittiğini düşünmüştüm. Meğer acıların büyüğü geride imiş. Yerde beni dallarımdan ve budaklarımdan arındırıp dümdüz yaptılar. Buna da katlandım, çünkü ben kitap olacaktım ve dosdoğru insanların yetişmesine katkıda bulunacaktım.

Beni yaşadığım bu dağın yamacından alıp bilmediğim uzak bir yere götürdüler. Ümit ve endişe arasında beklerken bir gün de gelip derimi yüzdüler ve beni götürüp hamur yaptılar. Bunlar da canımı çok yaktı; ama artık rahatlamıştım. Çünkü artık en azından kâğıt olacağım garanti idi. Bir süre de karıştırıldıktan sonra suyumu almak için kocaman silindirlerle beni ezdiler. Bununla da yetinmeyip sıcak silindirler arasında beni kurutmaya başladılar. Son pürüzlerimi de giderdiklerinde artık kesilmeye hazır bir kâğıttım. Çok büyük acılar çekmiştim; ama büyük hedeflere ulaşmanın kolay olmadığının bilincindeydim. Onun için de o büyük emelime yürümenin mutluluğuyla hepsini unutmuştum. Kâğıttan kitaba geçiş sürecinde yaşadıklarımı ise hedefe yürümenin heyecanından hatırlamıyorum bile.

Kitap olarak bir kitapçının vitrininde yerimi aldığımda gelecekte yaşayacağım üzüntülerden habersiz “Bütün sıkıntılar geride kaldı.” diyerek büyük bir heyecanla beni alıp okuyacak ilk insanı bekliyordum. Bu bekleyişim çok uzun sürmedi. Bir gün giyim kuşamlarından, hal ve hareketlerinden varlıklı insanlar olduğunu hissettiğim birkaç kadın kitapçıya geldi. Sahibimiz kazanacağı paraların hesabıyla bu seçkin müşterileriyle yakından ilgilenirken ben “keşke beni alsalar.” diye dua ediyordum. Müşterilerden birinin elini üzerimde hissettiğimde kalbim heyecandan duracak gibi olmuştu. Kadının bir satırımı bile okumadan yalnız kitapçının tavsiyesiyle beni de birkaç arkadaşımla bir poşete atıp evine götürmesi beni üzse de mutluluğumu bozmak istemiyordum. Para verip beni aldığına göre elbette benimle konuşacaktır, diye düşünüyordum.

Artık yeni sahibimin görkemli evinin süslü kitaplığındaki yerimdeydim. Bu yeni yurdum bazı günler sahibemin hatırlı dostlarının akınına uğrar; bu dostlar yer, içer, güler, eğlenirlerdi. Yaptıkları alışverişlerden, izledikleri filmlerden, gezip gördükleri yerlerden gururla bahsederlerdi. Arada bir kitaplıklarından ve bu kitaplıkların mahzun misafirlerinden diğerlerine caka satma vesilesi olarak bahsederler; ama hiçbirimize ellerini bile sürmediklerini, üzerimize konan tozları bile hizmetçilerine aldırdıklarını söylemezlerdi.

Bu evde geçmişe rahmet okutacak yalnızlık ve ilgisizlik sıkıntısıyla bilmem kaç yıl geçirdim. Bir gün evin çocuğunun annesine “ Sınıfımızdaki herkes okul kütüphanesine bir kitap götürecek, ben de götürebilir miyim?” diye sorduğunu duydum. Bizleri sadece kültürlü görünme aracı olarak gören sahibem, umursamaz bir dille; “Kitaplıktan istediğini al, götür.” diye cevap verdi. Bu cevap uzun zaman sonra beni yeniden heyecanlandırdı. İnşallah beni götürür diye içimden geçirdim. Ertesi sabah çocuk beni çantasına koyup okula götürünce yeniden ümitlenmiştim. Çünkü öğrencilerin bizimle gerçek dostluklar kuracağını düşünüyordum. Nihayet içimdekileri birileriyle paylaşabilecektim. Yeni mekânım artık bir okul kütüphanesiydi. Buradaki ilk günlerimde okulun yüzlerce öğrencisi olmasına karşın kütüphaneyi ziyaret edenlerin tek tük olması dikkatimi çekti. Asıl mutluluğa ulaşabilmek için acaba ne kadar daha bekleyeceğim diye düşünmeye başladım.

Bir gün kütüphaneye gelen bir öğrencinin beni sorduğunu duyunca,; “İşte şimdi zamanı geldi. Demek yıllardır kurduğum hayal artık gerçek olacak.” Dedim kendi kendime. Meğer öğretmeni beni ödev olarak vermiş o öğrenciye. Çocuk, beni evine götürdüğü ilk gün sayfalarımı karıştırdı, baştan beş on sayfa okudu ve kapatıp televizyonun üzerine bıraktı. Biraz üzülsem de en azından insanlarla ilk yakınlaşmam gerçekleşmişti ve daha fazlası için de ümitliydim. Çünkü çocuğun ödeviydim, yani onun bana ihtiyacı vardı. Bu kadar bekledikten sonra biraz daha bekleyebilirdim. Günlerce o televizyonun üstünde sabırla bekledim. Evin sakinleri geliyor, hemen yanımdaki kumandayı alıyor, o kanal senin bu kanal benim geziniyorlar; ama hiçbiri bana dokunmuyordu bile.

Günler sonra çocuk beni televizyonun üstünden alıp bilgisayarın yanına götürdü. Ayraç hala ilk sayfalarımdan birinde duruyordu. Arka kapağımı çevirip oradan bilgisayarına bir şeyler yazdı. Sonra da internetten hakkımda bulduğu bilgileri yazdıklarının üzerine kopyalayınca ödevini tamamlamış oldu. Ödev, teknolojinin de yardımıyla kısa yoldan bitince çocuğun benimle de işinin bittiğini edindiğim bunca yıllık tecrübeyle hissedebiliyordum. Ertesi gün beni götürüp kütüphaneye teslim ettiğinde yanılmadığımı anladım. Halbuki yanılmayı ne kadar çok isterdim!..

Şimdi artık bütün ümidimi kaybetmiş olarak insanların düşünce ufkuna bir kapı açamadım. Keşke evlerinde bir kapı olsaydım, hatta kapılarına bir eşik olsaydım daha mı iyi olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Bu yakınmalarım genel çoğunluk içindir. Bizim gerçek dostlarımız üzerine alınmasın; ama sayılarını artırmaya çalışsınlar.