DOLAR 35,1981
EURO 36,7471
ALTIN 2968,734
BIST 9724,5
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

K Harfi

K Harfi
02.12.2008
1.313
A+
A-

KABARA: Raptiye.

KAÇKAÇA: Aşırı titiz.

KADAKLAMAK: Paniklemek, duraklamak; cevap verememek, unutmak.

KÂFİYE: Kaşkol, atkı.

KÂHAN ETMEK: Bağbozumu.

KÂHİNDİRMEK: Saklamak, unutturmak, oyalamak.

KÂHREZ: Atık su arkı.

KAKA: Meyve.

KAKAÇ: Diz, dizkapağı.

KAKAÇ: Kuru, kurumuş ve sertleşmiş.

KAKIRT: Gaga.

KÂKÛL: Çocuk ayakkabısı.

KÂKÜL: Perçem.

KÂLHUD: Kötürüm,elden ayaktan düşmüş.

KÂLİK: Düz olmayan, eğilmiş; eğri boynuz.

KALİK: Terlik.

KÂLPO: Ön dişleri büyük olan, dişlek.

KÂLTAVAR: Üzeri kapalı, yanları açık harman.

KAMAZ: Kıymık. Engel, mani (mec.)

KÂMEL: İnatçı, uyumsuz.

KAMO: İnat. Kolay kandırılamayan.

KÂN: Odalarda duvarlara yapılan tahta pervazın üstü.

KANAYAKLI: Kadın, zenne.

KANK OLMAK: Kasılmak, kaskatı kesilmek.

KÂNTİ: Zayıf, kuru, çelimsiz.

KANZILDAMAK: Çok üşümek; soğuktan titremek.

KÂPÇİK: Harmanda döven sürerken öküzlerin pisliğinin doldurulduğu ağaçtan yapılmış kap. Hayvan lazımlığı.

KAPON: Deste, demet.

KÂRAHTİN: Aşırı dumanlı.

KÂRAPOS: Taşların üzerindeki yağmur sularının biriktiği oyuk.

KÂRDAN: Küçük su kovası.

KARPİÇE:Bir tür küçük çivi.

KART KURT: engebeli, düz olmayan, pürüzlü.

KÂRTOL: Patates.

KÂŞ: Sürükleyerek taşımak üzere toplanmış büyük çalı demeti.

KAŞGA: Hayvanlarda beyaz alın. Beyaz alnı olan hayvan.

KATAKÜLA DÖKMEK: Dil dökmek, kandırmaya çalışmak.

KATAKÜLAYA GELMEK: Oyuna gelmek, kandırılmak.

KÂTAR: Tandırda yakacak olarak kullanılan bir tür orman çalısı.

KÂTHA: Çok zayıf; bir kemik, bir deri

KATUZLAMAK: Kısmî ve yüzeysel olarak yakmak. Zarar vermek (mec.)

KATUZLANMAK: Kısmî ve yüzeysel olarak yanmak. Pişman olmak, zarar görmek.

KÂV: Süse ve gösterişe düşkün olan.

KAVAR: Su arklarındaki su yolağı.

KAVÇON: Baston, eğri tutamağı olan değnek.

KÂVLANMAK: Kişinin kendini övmesi.

KAVRİK: Eğilmiş, bükülmüş, kavisli.

KAVULA GİRMEK: Bahse girmek.

KÂVUS ETMEK: Bağbozumu.

KAVUT: Kavrulmuş un.

KAYGANA: Tavada yumurta.

KAYIN: Kayınbirader.

KAYNATA: Kayınpeder.

KAZIL: Kalın kıl ipliği.

KEBAP: Hamurdan yapılan poğaça ya da etten yapılan döner.

KEÇİK: Kadınlara mahsus bir tür baş örtüsü.

KELEF: İplik çilesi.

KELEFLENMEK: Yerin
de dönmek, acı ve ağrıdan dolayı kıvranmak.

KELİK: Terlik.

KELLE: Hububat başağı.

KELOÇ: Islatılmış ekmeğin üzerine önce yoğurt sonra da kızdırılmış yağ dökülerek yapılan yemek.

KEMÇÜK: Ağzı eğri.

KENK:Halı ve kilim tezgâhı.

KENNAVU: Kinayeli söz.

KERAN: Keşiğin uç kısmına bağlanan ve düğüm yapmaya yarayan çatal ağaç.

KERDİGE: Karışık.

KERE: Kenar.

KEREN: Toprak damlarda kontların üzerine döşendiği büyük ve kalın tomruk.

KERENKEŞ: Büyük taşların üzerine konularak sürüklendiği ağaç. Etleri ayıklanmış hayvan kemiği, iskelet.

KERHİZ: Zemindeki su akıntısını toplayıp dışarı tahliye eden kanal, drenaj kanalı.

KERİÇ: Kurumuş ekmek, ekmeğin ince ve kuru kısmı.

KERKE: Kabuğu soyularak yenilen bir tür ot.

KERKİ: Elma veya armut gibi meyvelerin artığı, meyve yongası.

KERME: Küçükbaş hayvan barınaklarındaki gübrenin kesilip çıkarılması sonra da kurutulması ile yapılan bir tür kokar yakıt.

KERT: Bir ağaca yada çubuğa işaret için bıçakla açılan oyuk. Çentik.

KERTİ: Bayat, bayat ekmek.

KERTLEZ: Kalkık burun, ya da kalkık burnu olan.

KESEK: Toprak topağı.

KESMİK: Sap, saman haline getirilirken oluşan kaba saman.

KEŞ: Berduş, kabadayı.

KEŞAN: Çalı demetini sürükleyerek taşımak için bu çalı demetlerinin üzerine yığıldığı büyük çalı ya da ağaç.

KEŞİK: Küçük urgan.

KETE:İçli tandır ekmeği.

KEYFİNDEN MERCAN SIÇMAK: Keyfi yerinde olmak, arzu ettikleri gerçekleşmiş olmadan dolayı sevinçli olmak..

KIBAL: Dış görünüş, şekil.

KICGIRMAK: Öfkelenmek, çok kızmak, saldırıya geçmek.

KIÇ: Ense kökü.

KIÇKIÇA: aşırı titiz.

KIDİK: Oğlak.

KIĞİ: Keçilerin yuvarlak pisliği.

KIH: Eşeklere bağlanan bir tür semer.

KIHIRDAMAK: Sesli şekilde gülmek.

KILABUDAN: Tam tekmil, gösterişli, fiyakalı.

KILDIRKICIM:Önemsiz; teferruat.

KIMİ: Baharda, gövdesi, yazın da yumrusu soyularak yenen bir tür yemlik.

KINDILLANMAK: Yuvarlanmak.

KINDİLİK: Yuvarlak.

KINIT: İnceltilmiş, ince halde olan.

KIPTİ: Cimri.

KIR: Kıraç.

KIRAKOT: Bir tür ahlat.

KIRAVİ: Çiğ damlası.

KIRÇON: Ot ve saman türü yiyeceklerin kaba artığı.

KIRDABA KOYMAK: Sıkıştırmak, zor durumda bırakmak.

KIRHIDMAK: Sesli gülmek.

KIRIÇ: Ağaç çatı; yüksek sivri tepe.

KIRİK: Keçilerde küçük kulak.

KIRKAL: Hayvanları ahırda bağlamak için kullanılan bir tür bağ.

KIRKAT: Alıç.

KIRKIT (GIRGIT): Çetin, zor.

KIRMAN GİBİ DÖNMEK: Yerinde dönmek. Acı ve ızdıraptan dolayı kıvranmak. Gönülden hizmet etmek.

KIRMAN: İplik bükme aleti.

KIRNAP: Kalın ip.

KIRNEŞ: Çevik, atik; kuvvetli.

KIRTİGİ KESİMLEM: Mecali kalmamak, gücü tükenmek, halsiz düşmek.

KIRTİK: Çok az kalmış olan, küçülmüş sabun.

KISTİK: Sigara izmariti.

KIŞGI: Samanın kaba artığı.

KIYIŞMAK: Nazı geçmek.

KİP: Dar.

KİRBABİ: Kiri belli etmeyen renk ya da görünümde olan; koyu renk.

KİRKİT: Halı ve kilim dokurken ilmekleri yerleştirmede kullanılan bir tür demir tarak.

KİRMAN: iplik bükme aleti.

KİŞMİŞ: Kuru incir.

KOBUK: Cevizin dışındaki sert kabuk. Bir tür dikenli ot.

KOD: Hububat ölçü birimi; suyun değirmene süratli bir şekilde girmesini sağlayan geniş boru.

KODARA: Kısa boylu, tıknaz.

KODEL: Çok küçük boynuz; boynuzları küçük öküz.

KOFA: Su tası.

KOFİK: Kadınların süslü baş bağlamada kullandıkları başlık.

KOH: Bahçe, bağ ya da çoban evi.

KOHNİK: Küçük ve basık burun ya da bu tür burna sahip olan.

KOKO: Çocuk dilinde yumurta.

KOKO: Erkek eşek.

KOKOÇ: Baştaki kabarık saç ya da tüy. Başında kabarık saçı ya da tüyü olan .

KOKOL: Kafada oluşan şişlik.

KOLİK: Boynuzları kısa olan.

KOLLİK: Kısa, küt. Kuyruğu olmayan.

KOLLO KOTO DÖKMEK: Dil dökmek, kandırmaya çalışmak.

KOLO: Boynuzsuz keçi.

KOLOT: Bacanın daha iyi çekmesi için çatı ya da dam üzerine konulan tahta ya da boru ilâve.

KOM: Ahırdan küçük hayvan barınağı.

KOMBA DÖNMEK: Takla atmak. Şaklabanlık etmek.

KOMBOLA: Boyu kısa ve oldukça şişman olan.

KONÇAL: Meyve salkımı.

KONÇALLANMAK: Bir şeyin yüksek bir yere takılıp sallanması.

KONA: İki ya da üç taneden oluşan meyve salkımı.

KONT: Damlarda kerenlerin üzerine döşenen ince tomruk.

KONTİL: Bozuk çeçil peynir.

KOP: İnat. Kızak ve tapanda saçırafı kola bağlayan ağaç mil.

KOPİKLEMEK: Kaba taslak yapmak, kabasını almak.

KOPUK: Düzenli bir hayatı olmayan, istikrarsız.

KORA: Tırpan natındaki tutamak.

KORİ: Yasak; yasak bölge ya da yasak bölge işareti.

KORKİ: Eşek, at veya katır pisliği.

KORKOD: Bir yağış türü; dolu.

KORSEVEL:Karasabanı kayışla boyunduruğa bağlamada kullanılan ağaç mil.

KORT: Çıkıntı, şişlik, tümsek.

KORTLARI YOLMAK: Çok zor durumda kalmak. Çok zorluk çekmek.

KORUKCİ:Kır bekçisi.

KORUT: Oğlak.

KOŞ: Su kabağı. İçi boş olan.

KOŞAT: Erkek keçi.

KOTA: Boyundurukta kayışın sağa sola kaymasını önleyen ağaç çiviler.

KOTA:İplik makarası.

KOTAN: Pulluk.

KOTİK: Hububat ölçü birimi.

KOTLEŞ: Tarlalardan çıkan, siyah kabuklu, soyularak yenen bir tür ot yumrusu.

KOTOŞ: Fasulye kurusu, mısırları ayıklanmış koçan.

KÖÇÜRMEK: Evlendirmek.


;ME:
İpe dizilmiş ceviz içlerinin pekmeze batırılması ile yapılan bir tür tatlı.

KÖMZEK: Ahırdan dışarıya gübrenin atıldığı, otun ve samanın samanlığa doldurulduğu kapı ya da pencere.

KÖNDER: Kekik.

KÖRKEÇEME: Kertenkele.

KÖRÜHMAK:Yılmak, usanmak.

KÖRÜHTURMAK:Yıldırmak, bıktırmak.

KÖRÜT: Sütten kesilmiş, bir yaşını doldurmamış oğlak.

KÖSAFİ: Ucu ateşli sopa ya da odun.

KÖSÜRE: Masat, bileyi taşı.

KÖTEK: Dayak.

KÖTEKLEMEK: Dövmek. Bir şeyi uzağa atmak, fırlatmak.

KÖYNEK:Atlet.

KUBATİ: Kalın, gelişigüzel. Kibar olmayan (mec.)

KUÇİ: Çok bulunmak, bol.

KUD: Kenar, uç.

KUKLİK: Erken parlayan, çabuk küsen.

KUK ÜSTÜ UTURMAK: Dizleri kırıp ayak uçları üzerine çömelmek.

KULA: Sarı pembe arası hayvan rengi.

KULLEP: Eski tip kapı menteşesi.

KULUN ATMAK: Atın yavru düşürmesi; çok merak etmek (mec.)

KULUN: Tay, at yavrusu.

KUNTİK ATMAK: Çifte atmak.

KUNTİK: Tekme, çifte.

KUNTİKLEMEK: Çifte atmak.

KUNTLAMAK: Dengesi bir tarafa bozulmak.

KURAT: Otsuz çıplak bayır.

KURATA ÇIKMAK: Boşa çıkmak, bir şeyden el çekmek, elindekileri kaybetmek.

KURÇ: Kenar, kıyı. Meyve sapı.

KURDEŞEN: Ciltte dışa vuran döküntü.

KURİK: At ya da eşek yavrusu.

KURKUL: Hayvan böbreği.

KURNA: Çeşme musluğu.

KURUG: Kuluçka tavuğu.

KURUN: Su yalağı ya da hayvanların yemliği.

KUŞAK: Yüksek kayalık.

KUŞGANA: Tencere.

KUTAL: Kısa boylu.

KUTEZ: Bir tür yabani sinek.

KUTMEL: Uyluk kemiği, uyluk kemiğinin bulunduğu yer.

KUTUBA: Küçük, bodur, kısa boylu olan.

KUTUL: Boyu kısa.

KUY: Cecim ve şal örme tezgâhı.

KUYMAK:Kaymak ve mısır unu ile yapılan yemek.

KUZ: Kambur, kavisli, eğri.

KUZİK: Kambur.

KÜCÜ:Cecim ve şal tezgâhlarında kullanılan bir alet.

KÜD: Pişmeden tandıra düşmüş ve yamulmuş ekmek.

KÜLEK:Kova.

KÜLFET: Bakmakla mükellef olunan aile ferdi.

KÜLLİ: Tamamen.

KÜNPET: Küp şeklinde olan.

KÜNT: Hamur topağı.

KÜR: Su yalağı.

KÜRA: Koyunlarda küçük kulak.

KÜRÇ: Kolay parçalanabilen kaya, kis.

KÜRTÜK: Kar birikintisi.

KÜRÜN: Su yalağı.

KÜSGÜ: Manivela.

KÜVAP: Kaya oyuğu.

KÜZE: Toprak testi.