Erzurum °C
Bir Yayla Günlüğü
Her ne kadar da yaylaların, köyden şehre göçten dolayı eski heyecanı ve cazibesi kalmasa da, bizler hafızalarımıza hiç silinmeyecek şekilde kazılan o eski göç hatıralarını hatırladıkça içimizi çocuksu bir sevinç kaplıyor.
Her ne zaman yaylanın çıkacağı haberini alsak, ister istemez çocukluğumuzda yaşadığım göç öncesi, göç günü ve göç sonrasındaki yaşadıklarımız bir bir gözümüzün önünden film şeridi gibi gelir geçer ve bir anlık da olsa kendimizi o günlerdeymiş gibi hissederiz.
Hani, hatırlarsınız, köy ihtiyar heyeti, yayla göçünün tarihini kararlaştırınca rahmetli Kâti Ahmet dayı bu haberi caminin bacasına çıkarak birkaç tekrarla köye duyururdu:
-Duyduk duymadık demeyiiin!… Cuma akşamı günü yaylaya çıkılacaaak!…
İşte, bu ses köyde yankılanınca genç yaşlı herkesi bir telaş, bambaşka bir heyecan sarardı. Özellikle de bu haber en çok çocukları sevindirirdi. Göçü taşıyacak öküzler dağda olduğu için hemen o sabah morbetler şafak vakti dağın yolunu tutar ve akşamüzeri önlerine kattıkları hem kendi hem de konu komşunun öküzleri ile köye dönerler. Vakit varsa akşamdan, yoksa da sabahtan öküzler çaktırılır. Sonra da büyükler göç denklerinin hazırlığına başlarlar.
Köydeki son gün ufukta kararırken göçler de kağnılara çoktan yüklenmiştir bile. Akşam olur, ev halkı yorgun argın sofra başında toplanır. Çorbalar içilir. Büyükler, çocuklara sıkı tembih ederler:
-Erken yatın ki sabah erken kalkacaksınız.
Yataklar serilir, ışıklar bir bir kararır. Yaşlılar günün yorgunluğu ile erkenden uykuya dalarlar. Ama çocukları bir türlü uyku tutmaz. Onlar, yarın yaşayacaklarının ve yapacaklarının hayaline dalarlar. Saatler ilerler, ama uykuya geçmek onlar için ne mümkün… Ne sabah olur ne de uyku girer gözlerine… Tam uykuya dalmışken bu sefer de annelerinin şefkat dolu yumuşak sesi ile uykuları bölünür:
-Yavrum, hadi kalk ki körpeleri kalabalığa karışmadan yaylaya götüreceksin.
Uykusunu henüz alamamış gözler, uyanıp uyanmamakta kararsızdır. Bir yanda uyku, diğer yanda yaylaya gitme heyecanı… Neticede annenin de ısrarı ile gözler henüz ağarmakta olan şafak vaktine zorla da olsa açılır.
Çocuk alelacele bayramlıklarını giyinir. Elini yüzünü yıkar. Sonra sofraya oturmaya vakit olmadığından anne, taze bir kaymaklı tutuşturur çocuğun ellerine. Çocuk kapıya çıkar, akşamdan hazırladığı en güzel değneğini ve çubuğunu eline alır. Büyükler, körpeleri ve danaları ahırdan çıkarıp çocuğun önüne katarlar ve köyü çıkıncaya kadar da ona yardım ederler.
Köyden çıkıldıktan sonra aynı heyecanı, aynı telaşı başkalarının da yaşadığı ayan beyan görülür. Bir koşuşturmadır sarmış köyü… Posta posta yola koyulan körpeler, danalar… İnek, dana böğürmeleri; koyun, kuzu melemeleri; çocuk bağırmaları birbirine karışır.
Bütün çocuklar, önündeki sürüyü, başka sürülere katmadan ve en erken zamanda yaylaya çıkarabilmek için adeta birbirleriyle yarışırlar. Tatlı bir koşuşturma ve yorgunluktan sonra yayla görünür hemen ileride… Artık yorgunluklar unutulmuştur. Ama bu seferde heyecan artmıştır. Sevinçler çoğalmıştır… Çocuklar, ruhlarını bir cendere gibi sıkıştıran köy havasından, yaylanın kendilerine hürriyet bahşeden berrak havasına kavuşmanın coşkusunu yaşamaktadırlar. Yaylaya yaklaştıkça çocuklar arasında bu sefer de, gizliden gizliye, yayla civarında sürülerine yer kapma yarışı başlar.
Yaylaya varılır. Kuzular, oğlaklar, danalar kısa bir süre otlatılır. Sürü doyduktan sonra ağıla getirilir. Ağıla getirme işi, o gün birkaç defa tekrarlanarak hayvanların ondan sonraki günlerde ağılı öğrenmeleri sağlanır. Bu işi kolaylaştırmak için ağıldaki taşlara tuz dökülür. Her seferinde yabancı hayvanların ağıla girmesi önlenirken, diğer yandan da başka sürülere karışan ya da başka ağıllara giden hayvanlar bulunup ağıla getirilir.
Gün kuşluk vaktine varmıştır artık. Hayvanlar ağılda serinlenip dinlenirken çocuklar da duvar oyuklarında kuş yuvası ararlar. Çünkü akşam olup körpe ağılına toplanınca her çocuk kaç kuş yuvası bulduğunu, yuvalarda kaç yumurta ya da kaç civciv olduğunu söyleyecek, en fazla kuş yuvası bilenler diğerlerine karşı üstünlük elde etmiş olacak. Bu bir üstünlük alametidir ve her çocuk akranlarından üstün olmayı isteyecektir.
Gün kuşluk vaktinden çıkınca göç arabalarının gıcırtıları duyulmaya başlar. Artık göç arabaları yaylaya girmeye başlamıştır. Arabalar kapılara yanaşır. Öküzler arabadan açılıp otlamaları için hemen yaylanın dışına çıkartılır. Göç arabasının urganı çözülür, eşyalar teker teker büyük bir itina ile eve taşınır. Evin hanımı, eşya taşınırken yayla ocağını tüttürmüş ve serin yayla suyuyla doldurduğu isli güğümü ocağa sürmüştür bile. Ocağın bir yanında çay demlenirken diğer yanında da umaç aşı için hazırlık yapılmaktadır.
Evin küçük kızı, soğuk su getirmek için küçük bir güğümü kaptığı gibi pungarın başında soluğunu alır. Pungarın başı bayramlıklarını giyinmiş allı yeşilli kızlarla doludur. Pungar başındaki kısa sohbetlerinin ardından suyunu dolduran güğümü omzuna vurduğu gibi evin yolunu tutar.
Artık soğuk su geldiğine, umaç aşı kaynadığına ve çay demlendiğine göre sofra kurulmalıdır. Evin genç kızı, peykeye sofra bezini açıp ortasına peşkunu koyduktan sonra sofra etrafı
nda toplanılır. Herkesin önüne yayla için pişirilmiş olan kamaklılardan konulur. Bardaklara dökülen çayların buharı, evin serin ve loş havasında tavana doğru büklüm büklüm yükselirken sofranın ortasına konulan oldukça geniş bir sahandaki umaç aşının buharı da çayların buharı ile adeta yarışır.
nda toplanılır. Herkesin önüne yayla için pişirilmiş olan kamaklılardan konulur. Bardaklara dökülen çayların buharı, evin serin ve loş havasında tavana doğru büklüm büklüm yükselirken sofranın ortasına konulan oldukça geniş bir sahandaki umaç aşının buharı da çayların buharı ile adeta yarışır.
Karınlar doyurulup dinlenildikten sora davarın gelmesi beklenilir. Biraz sonra uzaklarda davar sürüsü bir toz bulutu halinde belirir. Fazla zaman geçmeden davar yaylaya yaklaşır. Yaylaya yaklaştıkça da meleme ve tango sesleri artar. Annelerinin sesini duyan kuzular ve oğlaklar onların sesine ses katar. Sürünün yaylaya girmesi ile hareketlilik yeninden had safhaya ulaşır. Koyunlar ve keçiler kuzularına ve oğlaklarına bir an önce kavuşabilmek için acele ederken sahipleri de onların yanlış ağıla gitmemesi için peşlerinden koşarlar. Ağıla gelen yabancı hayvanlar dışarı çıkartılır. Tuz taşlarına yeniden tuz dökülür. Koyunlar ve keçiler sayılır. Eksik varsa ailece yaylaya seferber olunur. Köşe bucak aranıp bulunanlar ağıla getirilip davar tamamlanır. Sıra sağım işine gelmiştir. Koyunların keçilerin memeleri bacaklarının arasına sığmamaktadır. Eve, kova kova süt taşınır. Kadınların memnuniyetleri yüzlerinden okunur. Koyunlar keçiler sağılırken kuzuların ve oğlakların melemesinden sabırlarının tükendiği anlaşılır. Sağım işi bittikten sonra danalığın kapısı aralanır, kuzular ve oğlaklar birbirlerini çiğnercesine annelerine koşarlar. Meleme sesleri bir sefer daha ayyuka çıkar.
Emiştirme işinden sonra koyunlar ve keçiler ağıldan çıkartılıp sürüye katılır. Sürü gittikten sonra da çocuklar körpeleri yaylıma çıkartırlar. Kadınlar ev içerisindeki düzenlemeleri yaparken adamlar da tandırlık çalı tedariği için bir kazma bir nacak alıp yola revan olurlar.
Bazıları da ilk günde yakın bir yerden, mesela Dorukluk’tan, odun gitmeyi tercih eder. Eşeğini çullayıp önüne katar. Baltayı kolundan asar. Pantolonun arka cebinden çıkarttığı tütün tabakasını açar. Kalın doğranmış Hod tütününden aheste aheste bir sigara sarar. Sardığı sigarayı sol eliyle ağzına götürürken sağ eli tabakayı arka cebine yerleştirir. Sonra sağ elinin işaret ve başparmağı pantolonun çakmak cebinden muhtar çakmağını çıkartır. Bir iki çakma ile çakmak yanmazsa benzin deposu çıkartılıp birkaç defa sirkelenir. Bu da fayda etmezse benzin deposunun kapağı açılıp fitile doğru kuvvetlice üflenir. Artık çakmağın yandığı sigaradan çekilen ilk nefesten sonra çıkan kesif baca dumanından anlaşılır. Sigaradan çekilen ilk nefes, aynı zamanda bir rahatlamanın da ifadesidir.
Öğlen sonrası yayla girişinde bir erkek eşek anırması duyulur. Çocuklar hemen kulak kesilir. Bu sesi tanırlar. Bu ses Hersli yolcuların eşeklerinin sesidir. Çocuklar koşup yolcunun etrafını sararlar. Yolcu ve eşeği önde, çocuklar onların arkasında yaylanın orta yerine gelirler. Yolcu, eşeğinin yükünü açar. Yolcu, tay sepetlerinin ağzını sökerken sabrı tükenen çocuklardan biri sorar:
-Dayı, ne satıyorsun?
Yolcu cevap verir:
-Kiraz…
Diğer bir çocuk ilave eder:
-Ne ile…
-Yolcu tekrar cevap verir:
Un ile…
Terazi kurulur. Çocuklar bir solukta eve gidip sahanlara tepeleme un doldurup gelirler ve sıraya girerler. Un sahanları terazinin bir gözüne, ağırlığınca taş da diğer gözüne konulup tartılır. Sonra, un çuvala boşaltılıp yerine taşların ağırlığınca kiraz doldurulup tartılır. Kirazı alan evin yolunu tutar. Tabii eve gidinceye kadar kirazın yarısı ancak kalır.
Gün ikindi olunca önce çocuklar körpeleri ve danaları getirip danalıklara kapatırlar. Arkasından davar gelir yaylaya. Davar, sağılıp emiştirildikten sonra çobana teslim edilir. Davar, akşam otlaması için yaylayı terk edince bu sefer inek malı yaylaya duhul eder. Gün ufukta hükmünü yitirirken inekler sağılır ve danalar emdirilir.
Artık, hava iyice kararmıştır. Sağılan sütler, evde süt makinesi yoksa en yakın komşunun süt makinesine götürülür. Köyde farklı mahallelerde oturdukları için birbirlerini pek göremeyen kadınlar, süt makinesinin çıkarttığı mekanik sesin eşliğinde hal hatır sormaya, yarenlik etmeye koyulurlar. Süt makinesi başındaki muhabbetlerin tadı da bir başka olur.
Diğer yandan evin genç kızları, güğümleri kaptıkları gibi pungara koşarlar. Yayladan bakıldığında pungar giden allı yeşilli kızların pungar yolu boyunca ip gibi dizildikleri görülür. Pungar başına toplanmış kızlar ise adeta harika bir renk cümbüşü oluşturmuşlardır.
Bu arada çocuklar fırsat bulup körpe ağılına koşarlar. Orada gün boyu yaşadıklarını paylaşırlar. Her çocuk kaç kuş yuvası bulduğunu öğünerek anlatır, ama yuvaların yeri devlet sırrı gibi saklı tutulur.
Hemencecik iki takım oluşturularak çur oyunu oynanır. Henüz oyuna doymadan küçük kardeşlerinin sesi ile irkilirler:
-Ağabey çabuk eve gel, aş yiyeceğiz.
Çocuk, eve gitmede gecikirse bu sefer tehditvari bir ses duyulur:
Ağabey, çabuk gel, babam kızer…
Çur oyunu bozulur. Çocuklar eve giderken bu sefer de başka bir oyuna tutuşurlar.
Her çocuk, bir diğerine eli ile dokunup;
Her çocuk, bir diğerine eli ile dokunup;
-Aklım sende, der ve evine doğru kaçar. Vurulan onu kovalar. Yakalayabilirse bu sefer de bu ona vurur ve;
– Aklım sende, deyip kaçar. Çocuklar evlerine girinceye kadar bu tatlı koşuşturmaca devam eder.
Artık akşam olmuş; dışarı işleri bitmiş, sütler makineye vurulmuş, adamlar eve gelmiştir. Beş numara gaz lambasının kör ışı altında herkes peykede yerini alır. Sonra günün yorgunluğu yine sofra başında paylaşılır. Çaylar içilir, Allah ne verdiyse yenir. Belik bir bezirgân aşı, belki de kâloç… Hatta evin hanımı işini erken birirdiyse taze yayla kaymağından kuymak bile yapmış olabilir.
Gerek sabah erken kalkmadan, gerekse günün koşuşturmacasından dolayı gözler uyku çekmektedir. Bir an önce sofra toplanır, yataklar serilir. Evin kadını ocağa kazanı atıp peynir yapmak için ateşi harlarken diğerleri birer birer yataklarının içine süzülürler. Temmuz başı olmasına rağmen yaylanın ilk gecelerinde evin loşluğundan dolayı yataklar üşünecek kadar soğuktur. Bir yandan da ocağın tütmesi yatağa girenleri, yorganlarını başlarına çekmeye zorlar.
Artık derin ve deliksiz bir yayla uykusu başlamıştır. Öyle bir uyku ki yayla havası kadar hafif, yayla suyu kadar serin, yayla ekmeği kadar doyumsuz… Öyle bir uyku ki, hiçbir dünya nimeti ile kıyaslanamaz… Öyle bir uyku ki insan hiç uyanmak istemez… Ne yazık ki bu tatlı uykuda saatler dakika gibi, dakikalar saniye gibi geçer… Ve bir bakarsın sabah olmuş. Bir yandan yayla uykusunun tadı damağındadır, bir yandan da tüy gibi hafif hissedersin kedini.
Yeni bir yayla günü, yeni ya da mutat koşuşturmacalar… Yeni umutlar, yeni heyecanlar… Yaylada günler birbirini kovalar…