DOLAR 34,5424
EURO 36,0063
ALTIN 3005,886
BIST 9549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Onlar Mevzi Değiştirdi

18.07.2010
728
A+
A-

Özellikler İngilizlerin II. Abdulhamit döneminde başlayan, Osmanlı milletini, o yıkıldıktan sonra da Türkiye Cumhuriyeti Devletini bölüp parçalama hesapları var. İngilizlerin bu niyetlerine yer yer diğer Batılı devletlerin de eşlik ettiğini biliyoruz. Batılı devletler, I. Cihan Harbi sonunda bu düşüncelerinin bir kısmını gerçekleştirdiler. Neticede Balkan milletlerinin ve Arapların bu savaşın sonunda Osmanlıdan kesin olarak ayrıldığını görüyoruz. Bu küçülmeyi ya da parçalanmayı kâfi görmeyen özellikle İngilizler, Türk milletini daha küçük parçalara bölebilme planları yapmaya devam ettiler.

Sonra Anadolu, İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Bu işgale son vermek ve Anadolu’da yeni bir Türk devleti kurmak için amansız bir mücadele başladı. İşte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ismini istiklâl Harbi ile verilen mücadelenin sonunda kazandı. Bu vatanın tapusunun altına, bu coğrafyada yaşayan ve farklı alt kimliklere mensup oldukları halde “Türk” üst kimliğini kabul eden ya da bu üst kimlik çatısı altında toplananlar imzalarını kanları ile attılar. Ama onlar, cephede bir yandan açlıkla, susuzlukla, yoklukla bir yandan da yedi düvelle savaşırken, can verirken, kan akıtırken Kürt mü, Türk mü olduklarını akıllarının ucundan bile geçirmediler. Çünkü onlar, yepyeni bir Türk devletinin kurulması düşüncesinde kenetlenmişlerdi. Sonunda, tek yürek, tek bilek olabilen bu insanların tek dileği de gerçekleşti; Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu.

Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu, lakin İngilizler eski sevdalarından vazgeçeceğe benzemiyordu. 1925 yılında İngilizler ile Musul ve Kerkük meselesi görüşülürken, Şeyh Sait isyanı patlak verdi. Bu isyanı bastırabilme uğruna, Musul ve Kerkük’ü İngilizlere bırakmak mecburiyetinde kaldık.

1937 yılında Hatay meselesi gündemde iken Dersim İsyanı patlak verdi. 1974 Kıbrıs’a bir barış harekâtı gündemde iken Asala adlı terör örgütü, Türk diplomatlarına karşı kanlı eylemlerini başlattı. Ama İngilizler bununla da yetinmedi. GAP ile Güneydoğunun topraklarının verimli hale getirilmeye ve bu projenin Türkiye ekonomisini büyütmeye başlaması üzerine, 1970’li yılların sonundan itibaren İngilizler Kürtleri tekrar harekete geçirebilmenin planlarını yapmaya başladı. İşte, bugünkü PKK terörü bu İngiliz planın mahsulüdür.

Hülasa dikkat edilirse, son bir-iki asırda, Türkiye’nin yapmak istediği her hayırlı hamlenin karşısına bir İngiliz barikatı çıktı. Bütün bunların bir tesadüfler zinciri olduğunu düşünmek biraz safdillik olur herhalde.

**************

Şöyle, bundan on beş-yirmi yıl evveline gidelim. O yıllarda kimse Kürt kimliğini yüksek sesle telaffuz edemezken, kimse Kürtlere kültürel haklar verilmesi gerektiğini dile getiremezken, kimse Kürtçenin eğitim dili olması gerektiğinden söz edemezken, kimse üniversitelerde Kürt Dili Kürsüleri kurulsun diyemezken, kimse biz Kürtler, siz Türkler ya da bizim cephe, sizin cephe ifadelerini kullanamazken bu ve buna benzer ifadeler, son yıllarda, önceleri korka korka alçak sesle dillendirilmeye başlanıldı.  Bu ifadeleri ilk duyduğumuzda, toplum olarak, çok acayibimize gitti ve çok sert tepkiler verdik. Teklif edilen bu düşünceleri kabullenmemiz o günlerde imkânsızdı. Ama ya şimdi?.. Bu milleti bölmek parçalamak niyetinde olanlar, bu taleplerini bıkmadan, usanmadan her şeyi göze alarak tekrar ettiler. Yol boyunca onların bu düşüncelerine birer-ikişer katılanlar oldu. Bu düşüncelere katılım arttıkça, bu ayrılıkçıların sesi daha gür çıkmaya başladı.

Ve bugün bu düşünceler artık aykırı bir düşünce olmaktan çıktı. Dünlerde bu düşüncelere karşı çıkanların birçoğu bugün bu düşünceleri savunur duruma geldiler. Bugün, PKK’nın teklif ve taleplerini masumane istekler olarak değerlendirenler; “Ne var biz Türk’sek onlar da Kürt; onların da ana dilleriyle eğitim yapma hakları var.” veya “Bu kanın durması için Apo ile görüşmenin ne mahsuru olabilir?” ya da “Kürtlerin, çocuklarına Kürtçe isim koyması ile bu koca devlet yıkılır mı?” diye dursunlar PKK’ın yerli, yabancı, şehirli ve dağlı militanları çoktan mevzi değiştirdiler. PKK’ın yerli, yabancı, şehirli ve dağlı militanları, gaflette olanların tartıştığı bu mevzileri artık ellerine geçmiş sayıyorlar. Ey gaflette olanlar, siz uyurken onlar yapacakları son hamlenin hesabı ile meşguller. Gözlerinizdeki gaflet perdesini bir yol aralayın da ülke gerçeklerini görüverin.

Bakın, içteki ve dıştaki bölücülerin ağzından, size onların nihai mevzilerinin adreslerini yorumsuz olarak vermek istiyorum:

Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin “Türkiye” başlıklı bölümünden; “Presidency Conclusions”

Madde: 23 “..müzakerelerin yalnız Türkiye’yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini… Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına...

Bu da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı OSMAN BAYDEMİR’in TV-ŞEŞ’in yayına başlaması üzerine bir medya mensubuna yaptığı açıklamadan alınan cümleler:

-Kürt halkının dilini, kültürünü ve kimliğini kabul etmeyenler, 20 yıldır verilen mücadele sonucu bunu (TV ŞEŞ) kabul ettiler. Bu mücadele böyle devam ederse yakında bu toprakların adını da kabullenecekler.

PKK’lı 19. Dönem Milletvekili LEYLA ZANA:

-Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir.

-Kürtlerin üç lideri var. Bu üç lidere minnet borçluyuz. Abdullah Öcalan, Barzani ve Talabani.

< span style="font-size: small">

Emekli Yarbay Ralf Peters, Kürt meselesine değindiği Eblood Borders” (Kan Sınırları) adlı makalesinde: “Türkiye’nin sınırları kan-ırk esasına göre yeniden çizilmelidir.” diyor.

AHMET ALTAN: Toprak tek başına bir anlam ifade etmiyor. APO Türklere Allahın bir lütfüdür. İnsanları öldürmek yerine Kürtlere istedikleri toprakları vermek gerekir.

KADDAFİ: Erbakan’ın kendisini ziyareti esnasında:

-Ortadoğu’da Kürt yıldızı yükselecek… (Ne yazık ki Erbakan Kaddafi’nin bu düşüncesine itiraz bile etmemiştir.)

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU: Kur’an, Kürdistan’ı da uyandıracak.

Peki, PKK’nın Kürdistan haritasına ne demeli. Bu haritada Türkiye topraklarının bir kısmı Büyük Kürdistan sınırları içerisinde yer almıyor mu? O haritayı çizenlerin niyeti, bu ülkeyi bölmek değil mi? Bugün ülke kamuoyunu meşgul eden ve masumane isteklermiş gibi gösterilmeye çalışılan Kürt taleplerinin fikir babaları da Ortadoğu’nun yeni sınırlarının bu haritaya göre çizilmesi için çalışmıyorlar mı? Doğu Anadolu, Ermenilerin hayalini kurdukları Ermenistan haritasında da gözükmüyor mu? İsterseniz bir de Suriye haritalarına bakın bakalım Hatay Türkiye sınırları içerisinde mi gözüküyor yoksa Suriye topraklarına mı dâhil edilmiş? Aynı vahamete batı menşeli haritalarda da şahit olabilirsiniz.

Bütün bu işaret taşları, İngilizlerin her türlü maddi, manevi ve siyasi desteği vererek Ortadoğu’da kurdurmayı düşündüğü Büyük Kürdistan Devletini işaret ediyor. Bunu anlamak için ne kâhin olmaya ne müneccim olmaya ne de feylesof olmaya gerek var. Biraz arif olmak ve basiret gözü biraz açık olmak, bu masum gibi gözüken taleplerin arkasındaki art niyetleri kavramaya yeter de artar bile. O zaman, şu günlerde ülke gündeminde PKK’lıların, tartışılmakta olan talepleri, masum istekler miymiş yoksa ülkeyi bölme, parçalama senaryolarının bir parçası mıymış; varın siz karar verin.