Erzurum °C
Çocuklara Çimmek Yasak
Çocukluk günlerimizin en hoş zamanlarından biri de gölde yüzerken geçirdiğimiz zamanlardı. Yaylalar çıkınca, fırsat buldukça öğlen sıcaklarında göllere gider saatlerce yüzerdik. Gel gör ki yüzmek, boğuluruz endişesinden dolayı ebeveynlerimiz tarafından bizlere yasaklanmıştı. Fakat çocuk yasak dinler mi, gizli saklı da olsa biz bu yasağı delerdik. Ana-babalarımız, yüzümüzdeki “hora” lardan hatta matlaşan saç rengimizden göllere gittiğimizi anlarlardı. Bundan dolayı da azar işittiğimiz, hatta kulağımızın çekildiği çok olurdu. Ama bütün bunlara rağmen biz bu yasağı delip gölde yüzmekten ayrı bir zevk alırdık.
Kuşluk vaktinden sonra Körpe Ağılı’nda toplanırdık. Biraz gelmişten geçmişten konuştuktan ya da bir “çur oyunu” oynadıktan sonra temmuz sıcağı kendisini iyice hissettirince aklımıza göllere gitmek düşerdi. Bu saatlerde babalarımız işte olurdu. Analarımız de süt süçükle uğraştıkları için evlerde olurlardı. Dolaysıyla saklanıp gizlenmeye gerek olmadan Körpe Ağılı’nın başından göllere doğru aheste ahesten yollanırdık.
Yaylaya en yakın göl “Küçük Göl”dü. Bu göl değil de yüzme bilmeyen çocukların oluşturduğu, iki adam boyunda eni, üç adam boyunda uzunu olan ve derinliği çocukların bel seviyesini geçmeyen adeta bir su çukuru idi. Henüz yüzme öğrenememiş çocuklar, burada yüzme talimi yapar, yüzmeyi öğrendikten sonra diğer göllerde yüzmeye terfi ederlerdi.
Küçük Gölden yukarıda Yapraklı Göl ya da nam-ı diğer Öküz Gölü vardı. Bu gölün yüzeyi sarmaşığa benzeyen bir otla kaplı olduğundan ve su yılanı çok görüldüğünden dolayı yüzmeye elverişli değildi. Gerçi cahil cesareti ile bir-iki defa bu göle-korka korka da olsa-girdiğimizi de hatırlamıyor değilim.
Biraz ya da iyi yüzme bilenlerin yüzdüğü göl, Fevzi Gölü idi. Yapraklı Gölü geçip tepeye çıkınca Fevzi Gölü bütün ihtişamıyla gözükürdü. Göl görününce bir an evvel suya girebilmek için koşmaya başlar hatta koşarken bir yandan da elbiselerimizi çıkartırdık. Biraz sonra gölün karşı kıyısı çıplaklar kampına dönerdi. İyi yüzme bilenler gölün derin kısımlarına doğru açılırken, hatta karşıdan karşıya geçerken, henüz yüzme öğrenmiş olanlar gölün tepenin yanına doğru uzanan boğaz kısmını tercih ederlerdi.
Temmuz sıcağı, serin göl suyu ve eğlence bir arada olunca zamanın nasıl geçtiğini fark edemezdik. Bir bakardık ki karşı tepede bir kadın belirmiş:
-Ula! Nabayıt olacak evlelik vakti geldi. Çabuk gel baban kızar, ben karışmam!
Göl sefası keyfimizi kaçıran bu ses aslında hepimiz için bir uyarı idi. Hemen alelacele giyinir içimizdeki bin bir korku ile yaylanın yolunu tutardık. Ayaklarımız giderdi, ama biz gidemezdik. Yol boyunca işiteceğimiz azarları ya da yiyeceğimiz köteği ucuz atlatabilmenin hesaplarını yapardık. Bütün bunlara rağmen söyleyeceğimiz bütün yalanların inandırıcı olmayacağından, daha önceki tecrübelerimizden dolayı, emindik. Bu halet-i ruhiye ile yaylaya sonra da evimize varırdık. Ağıla girdiğimizde ya ot toplamaya gidileceği için dirgen, tırmığı ya da çayır biçmekte olan babamıza götüreceğimiz evleliğin bir peştamala bohçalanmış bölmesini/tepsisini yanında su dolu bir güğümle hazır bulurduk. Bir de onların başında bütün haşmeti ve asabiyeti ile bekleyen anamızı… Bu durumda yapmamız gereken en akıllıca iş, anamızın vereceği bütün emirlere itaat etmek ve onun analık şefkatine sığınmak. Bunların çare olmadığı durumlarda da her ihtimale karşı tetikte olup tokat mesafesine girmemek… Yoksa maazallah, söğüt çilibi, ağılın ortasında kaba yerlerine dört dolanır.
Eğer bu badireyi azar işitmeden ya da kötek yemeden atlatmışsak güle oynaya, yok dayak yemişsek de hıçkıra hıçkıra, sümüğümüzü çeke çeke çayırın ya da tarlanın yolunu tutardık. Yol boyunca da babamızın, yüzdüğümüzü anlamaması için içimizden dua ederdik. Eğer vaktinde gitmişsek pek sıkıntı olmazdı. Bu durumda babamız yüzdüğümüzü anlamamış gibi davranırdı. Geç kalmışsak durum değişirdi. Çoğu zaman anamızın cezasına rahmet okutacak bir cezaya çarptırılırdık.
***
İşte böyle bir yaz mevsiminde, Fevzi Gölü’nde arkadaşlarla doyasıya yüzmüş sonrada yaylaya gelip rahmetli anamın hazırladığı evleliği ve su güğümünü kaptığım gibi Şirişet’in yolunu tutmuştum. Çayıra vardığımda babam ırgatlarla çayır biçiyorlardı. Ben bir salorun gölgesine sofrayı hazırlarken onlarda yavaş yavaş, salorun gölgesinde top
lanmaya başladılar. Bir yandan Coc Pungarı’nın soğuk suyu içilip bişiler yenirken bir yandan da sohbete devam ediliyor. Bense kenarda yüzükoyun yatmış dinlenmeye çalışıyorum. Ama kulağım da anlatılanlarda… Babam, bir ara lafı gölde yüzmeye getirdi:
lanmaya başladılar. Bir yandan Coc Pungarı’nın soğuk suyu içilip bişiler yenirken bir yandan da sohbete devam ediliyor. Bense kenarda yüzükoyun yatmış dinlenmeye çalışıyorum. Ama kulağım da anlatılanlarda… Babam, bir ara lafı gölde yüzmeye getirdi:
-Fehmi Ustanın Mehmet’i bizim yaylanın çocuklarının en iyi yüzme bileni imiş. Fevzi gölünün enine ondan başka hiçbir çocuk geçemiyormuş, dedi.
Yattığım yerden kafamı hafifçe kaldırıp itiraz ettim:
-Biraz zor… Mehmet gölün enine bir sefer bile geçemiyor. Ben ise iki sefer geçiyorum, dedim.
Demez olaydım. Babamın, büyük bir hışımla etrafına bakınarak bir şey aradığını, sonra örsün üzerinden çekici kaptığını gördüm. Ben davranıncaya kadar çekiç birkaç kez kaba etlerime inmişti bile. Allah’tan araya diğer büyükler girdi de fazla hasar olmadan yakayı kurtardık.
Meğer babam gölde yüzdüğümü, hatta Fevzi Gölü’nün enine geçme gibi tehlikeli bir iş yaptığımı başkalarından öğrenmiş. Öyle demekle maksadı gölde yüzdüğümü inkâr etmeme fırsat vermeden, edindiği bu bilgilerin doğruluğunu bana teyit ettirmekmiş. Ben çocuk aklımla, babamın böyle bir şey düşündüğünü nerden bilebilirdim?