DOLAR 34,4847
EURO 36,2615
ALTIN 2957,987
BIST 9367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Anneler Günü

09.05.2009
883
A+
A-
“Ana gibi yâr, vatan/bağdat gibi diyar olmaz.”

Anna Jarvis’in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, 1914 yılında Kongrenin onayıyla Amerika çapında genişledi. Zamanla başka ülkelere de yayıldı. Annelere armağan edilen bu özel gün, ülkemizde ise 1955 yılından bu yana kutlanmaktadır. Dünya ülkeleri bu günü yılın değişik günlerinde kutlarken ülkemizde ise mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü olarak kutlanmaktadır.

 

Her ne kadar da bir takvim yılının bir günü, bütün dünyada “Anneler Günü” olarak kutlanıyorsa da bu bir günü annelere atfetmek, onların değerini layıkı veçhile takdir etmemize yetmez. Yaradan’ın izni ile bu güzelim dünya nimetlerini tatmamıza, onları görmemize, onlardan faydalanmamıza; kısacası nimetlerin en nadide olanı bu hayatı doya doya yaşamamıza vesile olan eşref-i mahlûkun da en şereflisi, en asili “ANNE”lerimize değil yılın bir gününü, bütün bir yılı bahşetsek yine azdır.
 
 
Annelik, çile demektir, eziyet çekmek demektir, fedakârlıkta bulunmak demektir, şefkat demektir, merhamet etmek demektir, ilanihai sevmek demektir… Ama bütün bu duygularla mücehhez olmayı karşılık beklemeden yapma demektir. Herkes, her yaptığı iyiliğin karşılığını az ya da çok bekler; ama anneler asla… Onlar hiçbir karşılık beklemeden hep verirler.
 
 
Anneliğin çilesi ve eziyeti, anne adayının; doğduğu, büyüdüğü, alıştığı kendi aile ortamından ayrılmak isteyip alışık olmadığı, kendine tamamen yabancı başka bir aile ortamına gitmesi ile başlar. Bu ayrılığı anneden başka kim kabullenebilir, kim baba ocağını terk edip huyu huyuna, suyu suyuna yabancı, örf ve adetleri farklı başka bir aile ortamına gitmede anne kadar gönüllü olabilir?
 
 
Sonra arkasından dokuz ay karnında taşıyacağı yavrusunun ağırlığına, vereceği eziyetlere ve sancılara tahammül sırası gelir. Sonunda anne, nur topu gibi yavru dünyaya getirir, ama yavru dünyaya gelirken geldiği âlemden annesine, annesi yaşadıkça onunla var olacak envai tür sıkıntılar da getirir. O yavrunun dünyaya gözlerini açışı ile anne, bu yeni sıkıntıları da yaşamaya, yaşarken hiç halinden şikâyet etmeden onlara rıza göstermeye devam edecektir.
 
 
Anne için artık uykusuz geceler dönemi başlamıştır. Her gece defalarca uykusu bölünür. Günlerce uykusuz kalır. Ama asla bundan dolayı şikâyetçi olmaz, olamaz. Çünkü o bir annedir. Başka sebeplerden dolayı, mesela eşi tatlı uykusundan uyandırıp bir gecede, bir sefer kendisinden su getirmesini istese bunu bile yadırgar da yavrusunun geceler boyu uykusunu bölmesine isyan etmez asla. Anne olmayan birine iki yıl boyunca günde yirmi defa gömleğinin göğsündeki düğmelerini sadece açıp kapatacaksın desek, ona bunu bile yapmak zor gelir de; annedeki fedakârlık duygusu ne kadar büyüktür ki kanından, canından, bedeninden süzülüp gelen sütünü bile iki yıl boyunca her gün defalarca hiç yüksünmeden hem de büyük bir gönül hoşluğu ile emzirir yavrusuna.
 
 
Anne, dilsiz yavrusunu dillendirir; oturmasını bilmeyen yavrusuna emeklemeyi, sonra elinden tutarak ona yürümeyi öğretir. Yavrusu yürürken düşüp canını acıtınca, en az onun canı kadar annenin canı da acır. Yemek yemeyi öğretir, elbiselerini giyinmeyi öğretir… Kısacası hayatı öğretir yavrusuna.
 
 
Okul çağı gelince onunla okula başlar, hatta onu okula alıştırmak için günlerce onunla aynı sırayı paylaşır. Okul çıkışlarında onu yağmur, çamur; soğuk, sıcak demeden okul kapısında bekler. Yavrusu okula giderken onu evinin penceresinden takip eder. Gözden kayboluncaya kadar gözleriyle onun arkasından gider. Her gün, üşenmeden, yavrusunun beslenme çantasına onun hoşuna gideceğini düşündüğü yiyecekleri koymaya çalışır. Yavrusunun okuldan dönmesini her gün eksilmeyen bir heyecanla bekler. Her gün onu kapıda karşılar. O, okuldan dönünce de bir taraftan ona tekrar kavuşmanın sevincini yaşarken bir taraftan da beslenme çantasını kontrol eder. Beslenme çantasına koyduğu yiyeceklerin yenmiş olması anne için başka bir güzelliktir. Sofrada, yavrusu karnını doyurmadan kendi karnını doyurmayı bile düşünmez. Yemez yedirir, giymez giydirir.
 
 
Okul biter, okullar biter, ama ne annenin sıkıntıları biter ne de yavrusuna olan sevgisi ve şefkati azalır. Yavrusu büyüdükçe onun dertleri, sıkıntıları da büyür adeta. Eş derdi, iş derdi, aş derdi başlar. Annenin bütün muradı artık evladının iyi bir iş sahibi olması ve helal süt emmiş birisiyle evlenip aile saadetine erişmesidir. Tabii ki sonra da torun torba sahibi olmak… Elbet bir gün bu muradı da gerçekleşecektir, ama her gerçekleşen arzusu beraberinde bir ya da birçok sıkıntıyı da getirecektir.
 
 
Velhasılı kelam annenin; derdi, tasası, kederi, acısı, ıstırabı o yaşadıkça hep var olacaktır. Yaradan ona öyle bir dayanma gücü vermiş, onu tahammül ve sabır nimetleri ile &ouml
;yle mücehhez kılmış ki dertlerinden, sıkıntılarından asla şikâyetçi olmaz.
 
 
Annelerin işi gerçekten çok zor, ama bana göre asıl işi zor olan evlatlar.
 
 
Acaba biz evlatlar olarak annemizin bizim için çektiği bunca cefanın karşılığında, onlara olan borcumuzu ödeme hususunda yeteri kadar gayret gösteriyor muyuz? Onları mutlu edebilmek için, bizim için bizlerden beklediklerini ne ölçüde gerçekleştirebiliyoruz? Onların adeta bir çocuk gibi yakın alakaya, yardıma ve bakıma ihtiyaç duydukları yaşlılık dönemlerinde, onların bizi büyütürken bize gösterdikleri ihtimamın ne kadarını onlara gösterebiliyoruz? Aslında onların bizden beklediği fazla bir şey yok. Bizlerden canı dilden “anne!” dedemizi bekliyorlar. Boyunlarına sarılıp hal hatırlarını sormamızı istiyorlar. Onları dinlememizi ve anlamamızı arzu ediyorlar. Bir güler yüz, bir tatlı dille muamele etmemizi diliyorlar.
 
 
Fırsat, avucumuzun içindeki bir kuştur. O kuş, avucumuzun içinden uçup gitmeden sebeb-i hayatımız anne ve babamıza karşı mesuliyetlerimizi yerine getirmede acele edelim. Yarın bir gün bu fırsatlar kuş olup uçacaktır. Ondan sonra “keşke!” demenin bir faydası olmayacaktır. Ne mutlu anne-babasına hizmet fırsatını zamanında değerlendirebilenlere.
 
 
Yüce yaradanİsra suresinde:
“Rabbin, ana-babaya iyilik etmenizi emretti…” (17/23 ) ve
Lokman Suresinde:
“Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik. Annesi zayıflık üstüne zayıflık çekerek onu (karnında) taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (Onun için biz insana): “Bana ve anne-babana şükret” diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş, ancak Bana’dır.” buyurmaktadır.
 
Bu inananlar için ilahi bir emirdir. Ana, babaya iyilik etmekle görevlendirilen bizlerin işi gerçekten zor. Çünkü o “iyilik”le kastedildiği miktarda iyilik yapmaya ne yaptığımız iyilikler kâfi gelir ne de o miktarda iyilik yapmaya ömrümüz yeter. Ne mutlu bu emre matuf olup bu emrin icaplarını yerine getirebilenlere.
 
 
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi ve:
-Yâ Rasûlallâh! Anam iyice ihtiyarladı. Ben onu kendi ellerimle yediriyor, içiriyor ve sırtımda taşıyorum. Hâsılı her türlü ihtiyacını karşılıyorum. Mükâfata hak kazandım mı, dedi.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz cevaben:
Hayır, bu senin yaptıkların, ananın senin üzerindeki haklarının yüzde birine bile karşılık değildir. Fakat sen, iyilik ediyorsun. Allah sana bu az iyilik karşılığında çok sevap verir, diye buyurdular.
 
Bu hadis-i şerif de anaların haklarının bu dünyada kolay kolay ödenemeyeceğinin açık delilidir. Biz evlatlara düşen, onlara hizmette kusur etmemek. Onları başımızın tacı saymak. İnşallah Rabbim bir iyiliğimizi ya da bir hizmetimizi bin sayar da onlara borçlarımızın hiç değilse bir kısmını ödemiş oluruz.
 
 
Peygamber Efendimiz "Cennet annelerin ayakları altındadır" (Nesâî, Cihad, 6)buyurmuştur.
Bu hadise göre anne adeta cennet kapılarının anahtarıdır. O kapıları aralayabilmek için, annelerimizin rızasını kazanmak, onlardan helallik almış olmak şart. Bir kişi, nefsini annesinin ayaklarının altına eğilecekşekildene kadar küçültürse Allah indinde o kadar yücelmiş ve cennete girmeyi o kadar hak etmiş olur. Rabbim bizleri bu ayet ve hadislerin gerektirdiklerini yerine getirenlerden eylesin.
 
Bu müstesna günde bütün annelerin ellerinden öpüyorum. Çünkü o eller, en öpülecek ellerdir. Rahmet-i Rahmana kavuşan annem için yazdığım bir şiirimi de bütün annelere “Anneler Günü” hediyesi olarak sunmak istiyorum.
 
 
ANNECİĞİM
 
 
Hasretlik kor ateş, yakar içimi,
Seni çok özledim bil anneciğim.
Görmek ümidiyle dalarım bazen
Rüyamda yanıma gel anneciğim.
 
 
Ne uzun yolculuk; giden dönmüyor
Öyle bir ateş ki harı sönmüyor
Ne söylesem gönül söze kanmıyor
Gözyaşlarım artık sel anneciğim.
 
 
Ağlasam, sızlasam, etsem de feryat
Anlamı kayboldu, beyhude hayat
Sensiz zaman geçmez, işlemez saat
Günler ay, aylarsa yıl anneciğim.
 
 
Sen gittin mevsim güz, gelmiyor bahar
Ben ağlarım, gece ağlar, gün ağlar…
Goncası açmadı, gülleri solar
Sensiz hayat artık çöl anneciğim.
 
 
Hayalin gözümün önünde tüter
Ya gel ya geleyim; ayrılık beter
Okşasın başımı o bana yeter
Cennetten uzanan el anneciğim.