DOLAR 32,3671
EURO 34,9583
ALTIN 2325,624
BIST 9065,27
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Yok Olmaya Yüz Tutan Değerlerimiz – Cihat CAN

17.02.2011
699
A+
A-

Filozof Heraklitos; “Değişmeyen tek şey, değişimin ta kendisidir.” der. Zaman ve insan, değişimi beraberinde getiriyor. Her şey zamanla bu değişim sürecinde kendine yeni suretler bulabiliyor. Bazen “Maalesef…” bazen “İyi ki…” diyoruz bu sürecin işleyişine.  Toplumsal yapı içerisinde, büyük kentler nüfus kalabalığı ve teknolojiye yakınlık sebebiyle değişimden çok daha çabuk etkilenirken, küçük yerleşim birimleri ve merkezden uzak yerler bu süreci kentlere göre biraz daha geriden takip ediyorlar. Değişimin nimetleri herkesçe malum. Ben biraz daha değişimin olumsuz yönlerinden bahsetmek niyetindeyim.

Kültürel değerlerimiz zaman çarkında maalesef bir hayli yıpranmakta. Erzurum’da ikamet edişim sebebiyle bayramlarda ve tatillerde mümkün mertebe köyüme gitmeye çalışırım. Bu yaşına kadar da her sene muhakkak en az bir kez köyüme gitmiş biri olarak, tabir-i caizse aklımın kestiği günden bu güne köy hayatımızdaki gelişme ve değişmelere tanık olma fırsatım oldu. Bundan takriben 20 yıl önce, köyümüzde televizyonlu ev sayısı hayli azdı. Televizyonun evlerimize çok fazla girmemiş olması, insanların vakitlerini birlikte geçirmelerine, eş dost sohbetlerinin ve samimi ilişkilerin yaygın olmasını sağlardı. Gün içerisinde, işleriyle meşgul olan insanlar uzun kış gecelerinde yatsıdan sonra bir evde toplanıp, gönüllerince muhabbet etme fırsatı bulurlardı. Sobanın üzerinde çay suyu kaynarken, sobanın fırınında da patates ya da hamur işi türünden yatsılık pişerdi. Sobanın yaydığı sıcaklık insanların muhabbetine de yansırdı. İnsanlar birbirlerini kırmadan şakalaşır, farklı konularda saatlerce uzar giderdi muhabbetler. Evin küçük erkek çocukları ya misafirlere yapılan ikramlarda morbetlik yapar ya da fırsatını bulurlarsa dışarıda buz kesen havaya aldırmadan köyün farklı yerlerinde gönüllerince kızak ya da patenle kayan arkadaşlarının yanında alırlardı soluğu. Yanaklarının soğuktan kıpkırmızı oluşu bile eve gitmeleri için bir sebep değildi.

Bazı geceler köyün gençleri uygun bir kebaplık ayarlar, el birliğiyle hazırlar, pişirir ve saatlerce doyumsuz bir lezzet eşliğinde muhabbet ederlerdi. Köye bir misafir gelince, bu durum hemen duyulur, misafirin konak sahibinin evinde toplanılır ve koyu muhabbetler geç saatlere kadar devam ettirilirdi.

Köyümüzde o zamanlardaki düğünler şimdinin şehir düğünlerinden çok farklıydı. Biraz daha eskilerde düğünlerde komşu köylerden gelen pehlivanlarla köyümüzün pehlivanları kapışır, güreşe bir hayli meraklı olan köylülerimiz bu müsabakalardan büyük keyif alırlarmış. Güreşlere maalesef yetişme fırsatımız olmadı. Ama gelinin ata bindirilerek köyde gezdirilmesi, köy kazanında pişirilen düğünlerin klasik yemeği “kartol aşı ve gendime pilavı”nın düğüne gelen davetlilere ikramı, davul zurna eşliğinde geç saatlere kadar oynanan horomlar ve diğer yöresel oyunlar, erkek evine getirilen gelinin attan inmemesi üzerine kaynananın ve kaynatanın verdiği hediyeler…

Bir de yılbaşı gecelerinin olmazsa olmazı deve oynatma var ki büyüklerimden duyup da seyretme fırsatı bulamadığım için hala üzülürüm. Köyün gençleri tarafından organize edilen teatral yeteneğe ve mizaha dayalı bu oyun, köylünün yılbaşı gecelerindeki büyük eğlencesiydi. Ayrıca gençler deveyle kapı kapı dolaşarak topladıkları tereyağı kış gecelerinde yapacakları arfanada kullanırlarmış.

Yazın ise işlerin biraz daha yoğun olması sebebiyle gün içinde tarla çayır işleriyle uğraşan köylü akşamları yaylada sürünün gelmesini beklerken ayaküstü sohbetten geri kalmazlardı. O esnada çocuklar ise yaylanın önünde buldukları boş bir düzlükte hava kararıncaya kadar ter kana batıncaya kadar topun peşinde koşarlardı. Kimi zaman diğer yayladan maç için gelen akranlarıyla kıyasıya bir maç yaptıktan sonra herkes evinden getirdiği yiyeceği gelen rakip takımın oyuncuları ile paylaşır ve yemekten sonra misafirlerini yaylalarına yolcu ederlerdi.

Yine yazın çayır ve tarla işlerinin bitmesine müteakip Coğot Gölü’nde köy halkının tamamına yakınının katılımıyla bir düğün-bayram havasında geçen; davul-zurnaların çalındığı, kebapların vurulduğu, atların gölde yüzdürüldüğü “davar çimdirme” şenlikleri yapılırdı. Ki bu şenlikler sadece hayvanların yıkanması olarak değerlendirilemezdi. Hem katılım açısından hem de köy halkının bütün yazın yorgunluğunu neşe ve coşkuyla atması açısından oldukça önemli bir etkinlikti.

Bunlar şu an aklıma gelen yöresel yaşantılarımızdan bazıları. Şöyle bir düşünelim; şu an bu anlattıklarımdan kaçı köyde yaşanıyor veya yaşatılıyor? Her biri tozlu sayfalarda yerini aldı bile. Maalesef köy yaşantımız da değişim çarkına takıldı. Artık köyde her evde bir televizyon ve bu televizyonlara bağlı yüzlerce kanalın seyredilebildiği uydu cihazları mevcut. İşlerini bitiren insanlar soluğu televizyon başında alıyor. Herkes mide bulandıran ve kültürümüzle alakası olmayan birçok dizinin takipçisi olmuş. Yatsıdan sonra köyde bir gezintiye çıkacak olsanız derin bir sessizliğe şahit olur ve köyde birilerinin bulunmadığını dahi düşünebilirsiniz. Bu durumun asıl sebebi, köyde genç nüfusun kalmayışı. Köyde gençlerin geçimlerini temin etme noktasında sıkıntı yaşıyor olmaları, büyükşehirlere doğru sürüklemiş onları. Bir başka sebebi de kalanlar orta yaşın üstünde olmaları ve her sene ulu çınardan yaprakların birer birer dökülmesiyle birlikte bazı hanelerin tamamen boşalması, bazı hanelerde ise nüfusun bir ya da ikiye düşmesi. Fakat bir gerçek var ortada; nüfustaki bu değişim, köyümüzü köy yapan değerlerin birer birer yok oluşunu da beraberinde getirdi. Bırakın bu değerlerin yaşatılmasını, yeni nesil, köyden madden ve manen uzak oluşu sebebiyle değerlerimizden bihaber. Açıkçası ben bu acı değişim ve yok oluşa seyirci kalamıyorum. Buradan yazdıklarımı kaç kişi okur, kaç tane gencimize ulaşabilirim bilmiyorum; ama yeni nesillerin değerlerimizden uzak kalmaması ve örfümüzü, ananelerimizi, gelenek ve göreneklerimizi tanıması adına, bir sonraki yazımla birlikte “Yöresel Değerlerimiz” başlığı altında bir yazı dizisi başlatacağım. Bu yazımda genel hatlarıyla ele aldığım bu değerlerimizin her birini bütün teferruatıyla değerlendirmek, irdelemek ve en azından kayıt altına alabilmek için ayrı bir yazı konusu yapacağım.

Sevgiyle kalın.