DOLAR 32,3851
EURO 35,0489
ALTIN 2326,239
BIST 9081,16
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Erzurum °C

Keşke Demeden Evvel…

12.01.2012
600
A+
A-

Ölüm insanın Allah’a karşı samimiyetini yaşadığı en derin andır. Günlük hayatında, kendisini tehlikeden, ölümden uzak gören insan Rabbinden yüz çevirebilirken, ölümü hissettiği an O’na olan duası ve yakınlığı artar. Bu istisnasız her insanda böyledir. İnsan o güne kadar Allah’ın varlığına da inanmamış olabilir. Ancak ölüm korkusuyla görüş gücü keskinleşir ve şuuru açılır. O an tüm gücün sadece Rabbinde olduğunu anlar.

“Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.” (Kaf Suresi, 22)

Kişi ölüm anına kadar belki de bu durumu kendinden çok uzak görmüş olabilir. Çevremize baktığımızda da ölümü kendine çok uzak gören birçok insanla karşılaşırız. Evet, belki ölümü biliyorlardır ancak sanki hiç ölmeyeceklermiş gibi bir yaşam tarzlarının olması bu kişilerin, ne kadar ölümü ve sonrasındaki ahiret hayatını ciddiye aldıklarını gösterir. Bir durumu ciddiye almak demek, o durumun kendisine getirilerini ve götürülerini düşünüp, ona göre hareket etmek demektir. Rabbimiz Kuran’da ölümün ahiret hayatına bir geçiş olduğunu haber verir. Çoğumuz ölümün bu anlama geldiğinin bilgisine sahibiz. Peki bu bilgiye sahip olmamıza rağmen, ölümü ne kadar ciddiye alıyoruz?

İnsanların çoğunluğunun ölümü konuşmak istemediğini, konusu açıldığında “Sırası mı şimdi?’’, “Ağzından yel alsın’’ gibi anlamasız cümleler kurduklarına şahit oluruz. Oysa ölüm bu dünyanın en büyük gerçeğidir. Her gün televizyonda, gazetelerde, çevremizde birilerinin ölüm haberine şahit oluyoruz. “Eğlence yolunda ölüm’’, “Sınava yetişmeye çalışırken öldü’’ gibi ölüme hazırlıksız yakalanan bir çok kişinin ölüm haberini okuruz. Ancak tüm bunları bilmek bizi ölümü ciddiye alıp, dünya hayatına olan bağlılığımızı azaltmamaktadır. Tam tersine her geçen gün dünya hayatına bağlılığımız katlanarak artmaktadır. Kişinin yakınını kaybetse dahi, ölümü düşünmesi kısa sörüyor, hatta birkaç gün içinde eski umursuz yaşamına geri dönebiliyor.

Bazı insanlar ise ölümle burun buruna gelip, duası üzerine Rabbinden bir yardım gördüğünde, normal yaşantısına geri döndükten sonra, Allah’a yaşamak için nasıl yalvardığını unutuverir. Oysa ölüm korkusu kendini sardığında salih bir insan olacağına söz vermiştir. Bu insanların durumunu Allah bir ayetlerinde şöyle haber vermiştir:

“Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız.” (Yunus Suresi, 22)

“Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.’’ (Yunus Suresi, 23)

Bazı insanlar ise ölüm üzerinde çokça düşünüldüğünde dünyanın nimetlerinden yararlanamayacaklarını, şevklerini ve heyecanlarını kaybedeceklerini zannederler. Oysa bu tamamen şeytanın vesvesesidir. Asıl ölüm düşünüldüğünde, Allah kişinin aklını açar, ölümle birlikte insan dünyanın geçiciliğinin ve kısalığının farkında olur, dünyada bağlanılacak, tüm hayatını feda edecek hiçbir şeyin olmadığının bilincine varır. Bu insan dünyanın tüm sahte yüklerinden arınmıştır. Tek gerçeğin Allah olduğunun, diğer herşeyin ölümlü olduğunun farkına varır. Kendini Rabbine adıyan insan fıtratına uygun davrandığı için sürekli olan huzuru ve mutluluğu yaşar. Müslüman dünyadaki nimetlerden de Allah’ın izniyle en fazla faydalanan, en çok zevk alan kişidir.

Şu durumda kişiye düşen, o gün gelmeden evvel, Rabbine yönelip dönmektir. Çünkü o gün geldiğinde, eğer dünya hayatı boyunca bir hayır kazanmamışsa yaşadıklarının boşa gitme tehlikesi vardır. İnsan o gün bir daha geri dönüşü olmayan bir boyuta geçmiştir. O gün son pişmanlık yarar sağlamayacaktır.

“Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz’e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan).’’ (Şura Suresi, 47)

“Ya da azabı gördüğü zaman: “Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım” (diyeceği günden sakının).’’ (Zümer Suresi, 58)

&
nbsp;